the eyes are the mirror of the heart

375 65 35
                                    

18 Nisan 2018

Günlerim Minho'dan kaçmakla geçerken hayatımdaki tek mutluluğum Chan hyung ve Seungmin'le aramızı düzeltmiş olmamdı.

Chaeryeong gitmişti. Mingi ve Yunho da...

Son günlerde zaten garip davranıyorlardı ve son nokta valizlerini toplayıp 'bir süreliğine' gibi belirsiz bir kalıp kullanarak gitmiş olmalarıydı.

Açıkçası pek üzülmedim. Zaten anlamıştım bir süre önce. Konuşurlarken duymuştum bazı şeyleri ve onların hepimiz için en iyi olanı yapacaklarına emindim.

Minho'dan neden kaçtığıma gelirsem; korkuyordum.

Evet, yine korkuyordum.

Ona geri dönüşü olmayacak şekilde kapılmaktan çok korkuyordum. Özellikle en son beni istediği için öpmesinden sonra...

Biz, olamazdık. Bunu en başından kabullenmiştim zaten. Onun yanına gitmeyi beklediği bir sevgilisi vardı. Ve elbet bir gün gidecekti.

Sonra bana ne olacaktı? Kalbimdeki o karşılıksız büyüyen duygularla öylece kalacaktım.

Pekala tersini düşünelim.

O Jisung'a olan duygularını hiç bitirmedi ama benim duygularıma da bir şekilde karşılık verdi diyelim.

Sonra ne olacak? O bir ölümsüz. Ben ise bir ölümlüyüm. O milyonlarca yıl yaşayıp yaşlanmayacak ama ben her insan gibi yaşlanacak ve öleceğim.

Ona aynı acıyı bir kez daha yaşatmaya hakkım var mı?

Elbette yok.

Bunların hiçbiri sorun olmadı diyelim.

Ne ben onun yaşantısına ayak uydurabileceğim, ne o benim.

Biz, birbirimizin olamayız ki...

Ben ona Jisung yerine geçebilecek kadar büyük bir aşk yaşatamam. O beni Jisung'u sevdiği kadar sevemez.

Dedim ya; biz, birbirimizin olamayız.

Düşünmekten delirmek üzereyken elimi göğsümün altından derimi kesecekmiş gibi batan kalbime götürdüm ve sıktım.

Sevgime karşılık bulamayacak olmak kalbimi böylesine acıtırken, o Jisung'u kaybettiğinde nasıl yanmıştır, kim bilir?

Ayaklarımı yataktan sarkıtıp kalktım.

Zaten gece vaktiydi ve Minho'nun evde olduğunu sanmıyordum.

Mutfağa inip kendime yiyecek bir şeyler hazırlayıp yedikten sonra tekrar odama dönmek için mutfaktan çıktığımda karşımda onu görmek beklediğim bir şey değildi.

Görmemiş gibi davranıp merdivenlere yönelirken öylece gitmeme izin vermesini beklemekte aptallıktı zaten.

"Hwang, buraya gel."

Durdum ve arkamı dönüp yavaş adımlarla ona ilerledim.

Neden bu kadar itaatkar olmak zorundayım?

Karşısındaki koltuğa oturdum ve konuşmasını bekledim. Sadece ne söyleyecekse dinlemek, ardından odama gidip uyumak istiyordum.

"Neden benden kaçıyorsun?"

Anında kızardığını hissettiğim yanaklarımı gizlemeyi unutarak başımı kaldırdım ve hızla sağa sola salladım.

Bir şeyi yapmış olmaktan çok, bunun farkedilmesi utandırıyordu.

"Kaçmıyorum."

"Uzatmayalım. Kaçıyorsun işte. Neden?"

Şimdi tekrar 'kaçmıyorum' desem sinirlenecek, bağıracak ve yeterince üzgün değilmişim gibi beni daha da kıracaktı.

Bunu göze almak yerine inceldiği yerden kopsun diyerek sorusuna cevap vermeyi seçtim.

"Çünkü utanıyorum."

Yalan. Sadece sana daha da aşık olmaktan korkuyorum.

Başını ağır ağır salladı.

"Neden utanıyorsun?"

Yutkundum. Bunu onun karşısında söylemek zor gelmişti şimdi. Oysaki yapan bizdik. Birlikte yapmıştık.

"Çünkü beni öptün."

Mırıltılar çıkardı. Homurdanma da denilebilirdi.

"Ben öptüm. Öyleyse ben utanmalıyım. Sen neden utanıyorsun?"

Yüzüme vücudumun her yerinden kanlar pompalanıyordu şu an. Dedim ya, yapmaktan çok söylemek zordu.

"Karşılık verdim."

"Öpüştük."

Başımı salladım.

"Güzeldi."

Yutkundum. Güzel miydi?

Bir şey söyleyemedim. O da konuşmadı çok uzun bir süre. Lafın gelişi değil, gerçekten uzun bir süre konuşmadık. Bir saatten biraz fazla.

Her zaman olduğu gibi yine sessizliği bozan o oldu.

"Bana aşıksın, değil mi?"

Beklemediğim bu çok ani soru karşısında nutkum tutuldu bir an. Aklımdan türlü senaryolar geçti.

Öğrenmiş, dedim içimden.

Onu sevdiğimi öğrenmiş.

Şimdi ne yapacaktım? Bundan sonra nasıl devam edecektim buradaki yaşantıma? Bunu hata olarak görüp beni kovarsa ne olacak?

Göremeyecek miyim bir daha onu?

Hoş, böylesi daha iyi. Gözünün önünde durursa daha çok kapılırmışsın. Uzaklaşırsak unuturum.

Unuturum belki.

"Hwang?"

Seslendiğinde düşüncelerimden uzaklaştım.

"Sen, zihnimi mi okudun?"

Güldü. Memnun bir gülüştü bu. Beklediği cevabı almış gibiydi.

"Bunu çok uzun süredir yapmıyorum, Hwang. Gerek duymuyorum artık."

Gerek duymamak mı?

"O ne demek?"

Yine güldü. Gülme adam. Sen güldüğünde kalbim, diğer bütün kalplerden daha hızlı atmaya çalışıyor.

"Gözler kalbin aynası, Hwang. Gözlerin... Onlara bakınca her şeyi görüyorum zaten."

Yutkundum. Bir şeyler söylemeye çalışıyor gibiydi.

Ya ben anlamıyordum ya da o gerçekten çok üstü kapalı, çok belirsiz konuşuyordu. Asla çözmemi istemediği bir bulmacayı vermişti sanki bana.

Ben cevap vermediğimden olacak, kendisi konuştu.

"Bu şeyi en son Jisung'ta yapmıştım."

Kaşlarımı çattım.

"Neyi?"

Gözlerime baktı. En içine, en derinine.

"Gözlerine bakıp, içindeki tüm duyguları görebilecek kadar kaybolmayı."

Ve yine, uzunca kayboldu gözlerimde.

Her yeni bolum finale bir adim daha yaklasmak oldugundan uzuluyorum...

Sizi seviyorum staylerim ♡

like wine, hyunho ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin