Resmen bilinçsiz bir şekilde geldiğim kütüphanenin girişine bakıyordum. Gerçekten de gelmiştim, bunu kütüphanenin kapısını görünce farketmiş olmam tuhaftı biraz.
Derin bir nefes alıp, içeri doğru yürüdüm. Saat 12 olduğundan neredeyse boş olan kütüphanede minik sarışını kolayca seçebilmiştim. Sarı saçları loş ışıkta ışıldarken, dudaklarını büzmüş okuduğu şey her neyse ona odaklanmaya çalışıyor gibi duruyordu. Kısacası tatlı gözüküyordu.
Gidip karşısına oturmuştum ama odaklanmış beden kafasını dahi oynatmamıştı. Bu eğlenceliydi, dikkatini çekmek için ne yapmam lazımdı acaba?
*****
"Jimin"
Tanıdık gelen sesle damarlarımdaki kan akışının hızlandığını hissederken, içimden kendi kendime 'Bu kadar kafayı yemiş olamazsın heralde Jimin?' diye sormuştum. Gaipten Jungkook'un seslerini duymaya başlamış olamazdım değil mi?
Yavaşça kafamı kaldırmış ve gözlerimi karşımda oturan bedene çevirmiştim. Gerçekten de oydu!
"Ju- jungkook!?" Gerçek olup olmadığını tartarcasına ismini söylerken, tepkimi kontrol edemeyip yerimden zıplarcasına ayaklanmıştım bir anda. Aniden kalktığımda çarptığım masayla, üstündeki termosumun dengesini kaybedip düşmesi ve beraberinde korkunç bir gürültü çıkarması da bir olmuştu. Kapağının kapalı olmasına şükrettiğim termosu daha fazla ses çıkarmasın diye olabildiğince hızlı bir şekilde yakalamıştım. Ancak çok geçti, tüm kütüphaneyi bize baktıracak kadar bir gürültü çıkarmıştı zaten devrildiği anda.
Elimde termosla, deminki kısa kaos yüzünden halihazırda ayaklanmış Jungkook'a bakmıştım. Büyümüş gözleri ve gülmemek için sıkıyormuş gibi gözüktüğü dudaklarıyla bana bakmaktaydı o da. Kaşlarımı eğmiş ve utangaç bir gülümsemeyle "Selam" diye fısıldamıştım.
"Selam, dışarı çıkalım istersen şurdakiler bizi bakışlarıyla dövmeden" dediğinde çevirdiğim kafamla, bahsettiği kötü bakışlarla göz göze gelmiştim. Kafamı geri ona çevirip aşağı yukarı sallamış ve "Evet kaçalım burdan" diye fısıldamıştım.
Kütüphane girişindeki merdivenlere oturmuş boş yolu izliyordum. Yanağımda hissettiğim sıcaklıkla kafamı kaldırdığımda elindeki kahveyle bana gülümsemekte olan Jungkook'u görmüştüm. Teşekkür ettiğim sırada yanıma oturuvermişti.
Sessizce sokağı izlediğimiz sırada yağmaya başlayan yağmurla "İstesem böye romantik ortam yaratamazdım" demişti Jungkook. Gülmüş ve "Yanındaki kişi benim ama ne yazık ki" demiştim. "Niye yazık olsun ki?" dediğinde kalp atışlarım anında hızlanırken bakışlarımı ona çevirmiştim. Zaten bana bakan gözlerinde kaybolmuştum yine bi kaç saniye.
Arkamdan doğru esen güçlü rüzgarla kesilmişti bakışmamız. Üşüyüp büzüşürken, hiç istemesem de gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım.
*****
Esen rüzgarla burnuma dolan kokusu anlayamadığım bir huzurla doldurmuştu beni. Sanki aradığımın bile farkında olmadığım bir şeyi bulmuştum. Sanki tamamlanmayı bekliyormuşum da sonunda beni tamamlayan parçayı bulmuşum gibi bir huzurdu. Varlığından da yokluğundan da haberimin olmadığı bir huzur.
Dakikalar öncesinde kucağımda oturan kızın buram buram kokan parfümü beni iğrendirirken, bir rüzgarla burnuma gelen bu çocuğun kokusu nasıl rahatlatabiliyordu beni?
Kıştan sonra tekrar canlanan doğanın, uyanan meyve ağaçlarını kokusu gibiydi Jimin'in kokusu. Annemle meyve ağaçlarının altında yaptığımız piknikler aklıma gelmişti. Ne zaman kapadığımı bilmediğim gözlerim aralanırken istemsiz gülümsemiştim aklımdaki güzel hatıralarla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love U Playboy
FanfictionPlatonik bir jimin ve playboy jungkook (düz yazı + texting)