Geldiğim gibi kiralamış olduğum arabama yaslanmış bir şekilde arkadaşlarıyla derin bir sohbete dalmış olan genç çocuğu izliyorum. Çok genç. Yirmi yaşına gireli çok olmadı. Pek bir özelliği de yok gibi. Koyu renk saçları beyaz teniyle ahenkli bir tezatlık sergiliyor. Benden daha kısa, yaklaşık 6 santim kadar. Yaşı gibi vücudu da küçük. Üstelik sıska, çelimsiz de bir şey. Fakat fazlasıyla alımlı. Bir erkeğe göre fazlasıyla hoş ve çekici bir surata sahip. Elinde tuttuğu bir kaç ders kitabını sıkıca göğüsüne bastırıyor, yüzünde içten bir gülümsemeyle yanındaki kızı dinliyor. Sadece bir kaç saat sonra başına neler geleceğinden haberi bile yok. Dertsiz ve tasasız, kargaşadan uzak hayatının neye evrileceğini, sadece bir kaç saat sonra kendini neyin içinde bulacağının, neye bulaşacağının bilincinde bile değil.
Babam, tuhaf biridir. Bir anda konunun babama gelmesini garipsemiş olabilirsiniz ama lütfen okumaya devam edin. Dediğim gibi babam tuhaf biridir. Bir sıra akıl almaz tuhaflıklarını listeleyip sizi ağzı açık bırakabilirim fakat bu gereksiz. Babamın sert mizacına ve kaba saba hallerine rağmen çocuklara duyduğu sınırsız bir sevgi var. Ben ve kardeşlerim, genel olarak ailemizdeki herkes bu sevgiden nasibini en iyi şekilde almıştır. Bize maddi olarak sınırsız olanaklar sağlamasının yanı sıra, aynı zamanda manevi olarak varlığını ortaya koymuş biri. Ve dediğim gibi, çocukları çok sever. Fakat neden zaten sekiz çocuğa sahipken dünyanın öbür ucundaki bu çelimsiz çocuğu kanatları altına almış bir anlam veremiyorum. Günler öncesine, babam hasta yatağında can havliyle son isteklerini sıraladığı zamana kadar bu çocuğun varlığından bile haberdar olmamamız da işin cabası.
Bu çocuk yıllar önce bir yangından kurtarıldı. Hayatta kalması beklenmedikmiş. Bu yüzden babam anlamadığım bir şekilde ona küçük mucize diye sesleniyordu. Çocuk kurtarıldıktan sonra hastanede uzun bir süre tedavi almanın hemen ardından babam tarafından resmi olmayacak şekilde evlatlık alınıp dünyanın öbür ucuna götürülmüş. Ve sebebini hala çözemediğim bir şekilde babam onun her bir adımı yakından inceleyip, her ihtiyacını karşılamış. Örneğin tam şu an, Avusturalyada tek başına yaşayan birisinin ihtiyaç duymayacağı büyüklükte bir evde yaşıyor, en iyi üniversitelerden birinde tek kuruş ödemeden psikoloji alanında ana dal yapıyor.
Küçük mucize adlandırdığı bu çocukta mucizevi bir şeyler görmek için çabalıyorum. Gerçekten çabalıyorum fakat bulmakta pek başarılı olduğum söylenemez. Düşünebileceğiniz her konuda her anlamda toy gözüküyor. İlk kez elime silah aldığımda ya da ilk kez namluyu birinin kafasına dayadığımda ondan daha gençtim. Benim ailemde doğan biri için normal olan da bu zaten. Oysa Jaeyun'un daha önce değil fiziksel, sözlü bir kavgaya girmediğine bile eminim. Bizim kaderimiz ta doğmadan belirlenmiş, öyleyse bu çelimsiz çocuğun hayatımın tam orta yerinde ne işi var? Bir cevap bulmak kolay değil. Babam tuhaflıkları olduğu gibi, bir çok sırları da olan bir insandı. Yaklaşık yedi gündür mezarda olduğu göz önüne alınırsa, sırları da kendisiyle gömülmüştü.
Gözlerim hala daha üzerindeyken, cebimdeki yuvarlak demir parçasını döndürmeye devam ediyorum. Bir anlık saati kontrol etmek amacıyla sağ bileğimi havaya kaldırdığımda, gözlerim işaret parmağıma kayıyor ve iç çekmedem edemiyorum. Babamın son isteği üzerine bundan sonra bu çocuğun tüm sorumluluğu benim üzerimde. Saçının teline bile zarar gelmemesi gerekiyor. Onu korumak, ona sahip çıkmak benim yeni hayat amacım.
Bir süre daha sessizce bekliyorum. Etrafta on beş dakika öncesine kıyasla daha az insan var. Hava neredeyse kararmaya yüz tutmuş. Üstelik yağmur da yağacak. Çocuk nihayet arkadaşlarıyla vedalaşıp, onların aksi yönünde yürümeye başladığında yaslandığım yerde doğruluyorum. Takım elbisemin kırışmış yerlerini düzeltiyor ve ardından "Jaeyun," diye sesleniyorum tam önümden geçtiği sırada. Mükemmel zamanlama. Duraksıyor. Çevredeki çoğu kişi onu bu adla çağırmaz. İsmini dudaklarımdan akıcı bir şekilde duymak onu şaşırtmış olmalı. Bakışları beni buluyor. Yüzünde kim olduğumu çözmeye çalışır gibi bir ifade var. Uzunca bir süre sessiz kaldığını ve meraklı bir tavırla beni süzdüğünü farkedince tekrar konuşa gereği duyuyorum. "Seni almaya geldim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...