İlk kez silah sesi duyduğumda beş yaşındaydım. O kadar irkilmiştim ki koşup saklanmıştım. İtiraf etmek biraz utanç verici olsa da pantolonuma işemiştim. Üstelik bir de, göründüğünden ağırdı silahlar. İlk kez bir tabancayı elime aldığımda bileklerim acımıştı. Babamın nasıl kalem tutuyormuş gibi silah tutabildiğine gıpta ederdim. Asla babam gibi olamam diye düşünüyordum. Fakat anlaşılan her geçen gün babam daha da çok benziyorum. Mesela artık uyurken yüzükoyu yatıyorum. Tıpkı babam gibi. Sebepsizce mantar yemeyi de bıraktım. Tıpkı babam gibi. Bunun gerçek bir gen aktarımı mı yoksa benim babam gibi olma hevesim sonucu yaşadığım bir değişim mi hiç bir fikrin yok. Fakat onun gibiyim.
Şimdi patlayan bir silah sesi o kadar alışkın olduğum bir şey oldu ki, o kortuğum günler bana asırlar önceymiş gibi geliyor. Silah sesleri bana yabancı değil. Hayatımın büyük bir kısmını kapsıyor. Ellerim bir çok farklı ağırlıkta silah taşıyabilmek için seneler boyunca eğitildi. Artık silahlar hakkında her şeyi biliyorum, her türden tehlikenin içine kendimi zaman zaman sokmuşluğum da oldu.
Fakat kimse de bana, morali bozuk bir eş adayı ile ne yapılacağını öğretmiş değil. İki gündür 'günaydın' ve 'iyi geceler' dışında pek bir şey söylemiyor, günün çoğunu da dışarıda ya da annemlerle geçiriyordu. Onu hem biraz kendi haline bırakmak, hem de daha kolay uyum sağlaması adına kendi başına bırakmıştım.
Üstelik meşgulüm. Dehşet meşgul. İşimden başka hiç bir şeyi düşünemeyeceğim kadar meşgul.
Ama kahrolsun ki, burada iki dizine kurşun sıktığım adamın yakarışlarını dinlerken, bir yandan da acaba Jaeyun'u ne üzdü, bir şey kızmasına ne sebep oldu diye düşünüyordum. Kendisini bu kadar kapaması akıl karı değil. Sandalyeye bağlı olan ve dehşet kötü kokan adamın önünde eğilmiş bir şekilde duruyordum. Aklım Jaeyun'a kaydığı için sessizleşmiştim. Heeseung arkadan bir yerden sahte bir şekilde öksürmeden önce Jaeyun'un kızgın olmasının(çünkü belli ki öyleydi) sebebini araştırıyordum zihnimde.
"Eee söyle bakalım," dedim adama. "Kör farelere ne olduğunu bilir misin?"
Heeseung, Minho ve üç koruma bir kaç adım geride duruyor, gerekirse müdahele etmek için beklemedeler. Riki ve Harua'yı Jaeyun ile ilgilenmek için görevlendirdiğimden bugün burada değillerdi. Sorum aslında ritorik bir soruydu ama adam kafasını 'hayır' anlamında salladı.
"Anlatmaya bir hikayeyle başlayayım." dedim gülümseyerek. "Babam seneler önce bir şekilde kafayı kendi meyve ve sebzelerini yetiştirmeye takmıştı. Bunun yorucu ve onun için bile sıradışı bir hobi olduğunu düşünürdüm ama o şeyleri yetiştirirken çok mutluydu. İlk kez kendi domatesini yetiştirdiğinde küçücük şeyi hepimiz tadabilelim diye bir sürü küçük parçaya ayırmıştı." Aklıma hatıralar dolunca istemsizce gülümsemem büyüdü. Üstelik o lanet domates gayet tatlıydı. "Sonra bir gün bahçemizde kör fareler gelmeye başladı. Güzelim bitki köklerini yediler, yetişmiş, olgunlaşmış meyve ve sebzeleri ziyan ettiler. Babam çok üzüldü ve bir daha da bu işlerle uğraşmamaya karar verdi. Onu mutsuz görünce ben ne yaptım biliyor musun?"
Adam kafasını bir kez daha salladı. Alnında ter damlacıklarını birikmişti. Çiş ve ter karışımı dehşet kötü bir koku yayıyordu ve yakında kan kaybından ölecekmiş gibi duruyordu. Eh, en azından insanlık tarihi için üzücü bir ölüm olmayacaktı.
Ayağa kalktım ve bana bakması için silahımla çenesini dürttüm. Bakışlarımız buluştuğunda konuşmaya devam ettim. "Bahçemize giren tüm o kör fareleri teker teker avladım. Başkalarının işlerine burnunu sokan ve emeklerini ziyan eden canlılara yapılması gereken budur. Onları avlamak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...