Aklım Jaeyun'daydı. Dün gece yaşananlardan sonra onu tekrar görmemiş, konuşmamıştım. İsveçe gelmek için evden ayrılmadan önce sadece kapıyı biraz aralayıp bakmıştım ve uyuyordu. Onu uyandırabilir, onunla konuşabilirdim ama bunu yapmak istememiştim. Sanırım bunun sebebi karşısına çıkmak ustemiyor olmamdı çünkü ne gibi bir tepki vereceğini kestiremiyordum. Beni en kötü halimde görmemişti ki, dün kesinlikle benim en kötü halim de değildim. İçimde bir yerlerde yuva yapmış bir kötülük buluduna sahiptim ve o buluttan ne zaman yağmurlar yağacağı belli olmuyordu. Bir anda öfkelenebiliyor, anlık tepkiler verebiliyordum. Sonrasında pişman olacağım şeyler yapabiliyordum. Jaeyun'un tüm bunlarla uğraşmaması gerekiyordu. Beni, sahip olduğum tüm karmaşayı kabullenmek için çok küçüktü. Kahretsin, yine yapıyordum. Yaşı yüzünden onu küçümsüyordum.
Heeseung onun biraz keyifsiz göründüğü ve öğünlerini aksattığı ile ilgili bilgilendirici mesajlar atmıştı. Bir an önce onunla konuşmam ve barışmam konusunda bana nutuk çekiyordu. Bariz bir şekilde Jaeyun'un son zamanlardaki keyifsizliğinin sebebi bendim. Bizim eve geldiğinden beri herkesle iyi geçiniyordu, gülümsüyordu. İş bana gelince biraz tatsızlaşıyordu. Çoğu zaman tavırlarım onu üzüyordu. Ama bir başkasının duygularıyla nasıl ilgilenmem gerektiğini bilmiyordum, özellikle de sebebi bensem.
"Biraz daha suratını asmaya devam edersen adamlar buraya kavga etmek için geldiğimizi düşünecekler." Minho bacağıyla bacağımı itti.
"Surat asmıyorum. Sadece Jaeyun'u düşünüyordum." dedim. Minho gülümsedi ve sandalyesinde geriye yaslanarak konuşmaya başladı.
"Aşk tuhaf bir şey, değil mi?" diye sordu. Cevap vermek yerine kafamı salladım. Yalandan evet demek ya da aşk konusunda tartışmak bana düşmezdi. "Eskiden bana aptalca gelirdi. Tüm bu sevgi saçmalıkları. Senin, kardeşimin ya da dümyadaki milyonlarca insanın aşk uğruna yaptığı şeyler. Şimdi anlayabiliyorum."
"Biri mi var?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Minho, öylesine ketum ve aşk konusunda öylesine yargılayıcı bir insan olmuştu ki şimdiye kadar. Gülümsemesi büyüdü ve gözleri sevgiyle parladı. Hiç bir cevap vermesine gerek yoktu. Suratından anlaşılıyordu zaten. "Tebrik ederim, Minho. Ne zamandır devam ediyor?"
"Birbirimizi yıllardır tanıyoruz diyebilirim ama ilişkimiz çok yeni. Bir kaç haftalık." diye yanıtladı.
"Dikkatli ol," dedim. "Kendini daha çok yeni olan bir şeye bu kadar çok kaptırma."
"Otuz iki yaşındayım, Sunghoon. Ne istediğimi ve bunun öylesine bir şey olup olmadığını ayırt edebiliyorum."
"Haklısın." diye yanıtladım. "Sadece çoğu zaman ortadan ikiye bölünmüş bir kalple ortada kalabiliyorsun. Bu yüzden hayatına aldığın kişilere dikkat etmelisin."
"Ah," Minho üzgün bir ifade aldı. "Üzgünüm, Sunghoon."
"Dert etme. Çok uzak bir geçmiş beni üzmüyor. Hatta hatırlamıyorum bile. Sana bu cümleleri de dikkatli olman için sarf ettim, kendi kötü sonumu örnek olarak göstermek için değil."
Minho omzumu sıktı. "Senin kötü bir sonun yok, Sunghoon. Mutlu ve kötü son mecburi bir şeyler değiller. Hatta hayatta hiç bir konuda bir son olmak zorunda da değil. Yaşanması gerekenler vardır ve yaşanır." dedi. "Eğer illa mutlu bir son arıyorsan, artık Jaeyun var. Senin mutlak mutluluğun bu olsa gerek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...