Her şey fazlasıyla sessizdi. Sanki evren en büyük ikinci kötülüğümü-birincisi Jaeyun'un aslında kim olduğunu bilmeme rağmen bunu ondan saklamamdı- yapmamı bekliyormuş gibi sessizliğe bürünmek için tam olarak Jaeyun'un imza attığı anı seçmişti. İkinci en büyük kötülüğümü-farkettiyseniz Jaeyun'un bana olan sevgisini ve güvenini suistimal ederek ona o imzayı attırmaktan bahsediyorum- yaptıktan hemen sonra her şey durmuştu. Sorun çıkaran herkes durmuştu, işler uzun süre sonra planladığım gibi gidiyordu. Heeseung, Daejung amcanın ölümünü biraz daha kabullenmiş gibiydi. Yavaştan eski canlılığını geri kazanmıştı. Günler pürüzsüz bir şekilde su gibi geçmişti. Şunun şurasında düğüne iki gün kaldığına inanmak neredeyse mümkünsüzdü. Son bir kaç ay o kadar karmakarışıktı ki, yaşanan huzur beni rahatsız ediyordu. Çünkü içten içe bunun geçici olduğunun, hatta spesifik olmak gerekirse fırtına öncesi son güzel günler olduğunun bilincindeydim. Bir şeyler olacaktı ve bu şey öyle küçük çaplı da olmayacaktı.
Yine de kendimi buna hazırlamıştım. Bilgilerin dışarıya içeriden sızdığını Nicholas'ın yardımıyla çözümlemeyi başarmıştık. Ki, ondan çok hoşlanmasam bile hiç bir karşılık beklemeden bana yardım etmişti vr kesinlikle bu iyiliğini karşılıksız bırakmayacaktım. Her türlü şeye hazırdım. Heeseung ve Jay ile defalarca kez planın üzerinden geçmiştik. Düğünden sekiz gün sonra gerçekleşecek U.M.B toplantısında liderliği aldığımızı beyan edecektik. Sonrasında dokunulmazlığımız sağlanacaktı. En azından tüm bu karmaşayı çözmeye çalışırken aklım ailemin güvende olup olmadığına takılıp kalmayacaktı.
Her şey kontrol altındaydı. Her şey sessizdi.Yine de bu sessizlik Jaeyun'un yatakta bir o yana, bir bu yana dönerken çıkardığı homurtuları kapsamıyordu. Homurtuları fazlasıyla sesliydi ve sağa sola yuvarlanarak ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Kafasında tilkiler dolanıyormuş gibi gözüküyordu ve bu ona yakışmıyordu. Kafasındaki her neyse bana anlatmayı düşünmüyor gibiydi. Onun sakin, huzurlu ve anlayışlı hallerini seviyordum. Fakat aynı zamanda endişeli, kızgın hatta kırgın halini de seviyordum. Sevme şeklim tartışmaya açıktı ama seviyordum.
"Her şey yolunda mı?" Kendi düşüncelerine öyle çok boğulmuştu ki beni duymuyordu. Dikkatini çekmek için kollarımı sıkıca beline sardım. Onu yatakta kendime doğru çektiğimde bakışları nihayet beni buldu.
"Her şey yolunda. Sadece bir şey düşünüyorum."
"Ne düşünüyorsun?"
"Aptalca bir şey," diye yanıtladı ama yüzündeki ifade aksini söylüyordu. Bir şeyleri kafaya taktığı çok belliydi.
"Bana ne düşündüğünü anlat."
"Riki'nin yaralanmasıyla ilgili yerine oturtamadığım bazı şeyler var." Ellerinden birisini yüzüme yerleştirip baş parmağıyla yanağımı okşamaya başladı. "Bunu düşünmem bile muhtemelen çok saçma ama kafama takıldı işte."
"Riki, çatışmada yalnızdı, gün ışığım. Yani aslında yaralanması çok beklenmedik bir durum değil. Hatta diğerlerinin aksine ölmediği için şanslıyız."
"Sunghoon!" Jaeyun'un gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Hep bu kadar soğukkanlı mısın sen?"
"Soğukkanlı değilim, Jaeyun. Sadece Argent'ın halini görsen inan bana sen de Riki için mutlu olurdun. Yaralanması kötü bir şey ama en azından hâlâ hayatta."
"Haklısın, Sunghoon. Fakat yine de bir şeyler garip."
"Ne gibi?"
Jaeyun, tek kolunun üzerinde doğruldu ve çatık kaşlarıyla anlatmaya başladı. "Riki'ye nasıl yaralandığını sordum ve bana anlattığıma göre karşısındakı kişi Riki silahı indirsin diye koluna ateş etmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...