ilk defa böyle bir şey yazıyorum ve ÇOK UTANDIM??
LÜTFEN bir suru yorumcuk yapmayı unutmayın yoksa ikisini ayiririm🤨🤨Yalnızdım. Gözlerimi açar açmaz farkettiğim ilk şey buydu. Saatin kaç olduğunu ya da kaç saattir uyuduğumu bilmiyordum. Ama yalnız olduğumu biliyordum. Sunghoon yerinde değildi, perdeler çekili olduğu için oda kapkaranlıktı ve bu odanın her hangi bir yerinde olup olmadığını görmemi engelliyordu. Uyku mahmurluğunu üzerimden atabilme umuduyla Sunghoon'un tarafına yuvarlandım. Kokusu çoktan yastığa ve çarşafa sinmişti. Onun gibi bir adamın hep mentol ve sigara gibi kokacağını düşünürdüm ama kendine has tarçın kokusu vardı. Yattığı kısım soğuktu. Ya epey önce uyanmıştı ya da hiç uyumamıştı. Gözlerimi kapatıp tekrar uyumayı denedim ama Sunghoon'u görme isteğim daha ağır basıyordu. Uyumak için kullandığım tişörtümün eteklerini çekiştirerek yerimden kalktım. Dışarısı buz tutmuş bile olsa hep tişört ve şortla uyurdum.
Balkona açılan cam kapıdan dışarı çıktığımda Sunghoon'u dalgın bir şekilde manzarayı izlerken buldum. Sadece siyah eşofman altını giyiyordu, üst bedeni tamamen çıplaktı. Son zamanlarda hiç de uzak olmayan ergenlik dönemine geri dönmüş gibi hisseden benim için Sunghoon'un çıplak beyaz tenini görmek nefes kesiciydi. Sırtında, kollarında, omuzlarında, göğüslerinde veya direkt her yerinde dudaklarımı dolaştırmak istiyordum. Sunghoon'un varlığı içimde olduğunu bile bilmediğim bir ateşi fitillemiş gibiydi. Sunghoon'a karşı tarifi zor bir açlık duyuyordum.
"Biraz daha bakarsan sırtım delinecek." Hafif alaylı bir ses tonuyla konuşup bana döndü. Tüm sessiz olma çabama rağmen beni farketmişti. Tüh, biraz daha çıplak sırtıyla ilgili fantezi kurmak istiyordum oysa ki.
"Geldiğimi nereden anladın?" Ona doğru ilerledim ve kalçamı balkon demirlerine yasladım. Sunghoon uzanıp yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Çünkü hayatım boyunca kendimi arkadan sinsice yaklaşan birileri olma ihtimaline karşı eğittim."
"Sinsice yaklaşmıyordum." Dudaklarımı çocukça büzdüğümde Sunghoon'un bakışları anında oraya kaydı. Utanmazca dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimde yutkundu. İşte bu, Jaeyun. Sınırlarını biraz daha zorla. Bakışlarını dudaklarımdan çekip tekrar dışarıya bakmaya başladı. İlgisini tekrar üzerime çekmek amacıyla "Neden ayaktasın?" diye sordum.
"Uyku tutmadı,"dedi iç çekerek. "Kafam biraz dolu."
Kafasının dolu olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Bunu zaten görebiliyordum. Çoğu zaman zaten kafasının içinde hapsoluyordu. Uzanıp şakağına baş parmaklarımla hafifçe baskı uyguladım. "Neler dönüyor o kafanda?" Dokunuşumla beraber omuzları çöktü.
İnsanların insanlara ihtiyacı olması kadar doğal bir şey yoktu ve biraz mütevazilikten uzak dahi olsa, Sunghoon'un benim sayemde bunu farkettiğini hissediyordum. Ona kendi geçmişimi açmıştım, ona tüm yaralarımı apaçık göstermiştim. Sunghoon varken kılıçlarımı kuşanmama gerek yoktu. Sanırım aynısını o da hissediyordu. Kendine koyduğu sıkı kuralları esnettiği apaçık ortadaydı. O da son zamanlarda tamamen farklı bir insana dönüşmüştü. Gülümsüyor, tüm çocukça tavırlarıma anlayışla yaklaşıyordu. Yanımda daha rahat hareket ediyordu. Zayıf yanlarını göstermekten çekinmiyordu. Aynısını bir noktada o da yapmış olsa da hala daha tam olarak ne yapacağından emin değil gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...