02.37.
Her taraf zifiri karanlık.Etrafta çıt çıkmamasının verdiği huzursuzluk hissi beni boğuyor, nefesimi tüketiyor. Sırt üstü döndüm. Kafamı yastığıma iyice bastırdım ve gözlerimi tavana diktim.
Bir gıcırtı.
Bir adım, iki adım, ardından bir anahtar şıngırtısı.Ciğerlerim sıkıştı, kalbim bir an duracak gibi oldu, sonrasında deli gibi atmaya başladı. Panik hissi tüm vücudumu sararken, bedenim terle kaplanmıştı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu çok saçmaydı. Burada güvendeydim. BUrada kimse bana zarar veremezdi. Uyuyormuş gibi yaptım, tanrı aşkına, korktuğum şey gerçekleşecekse uyuyup uyumadığıma bakmazlardı ki. Öncesinde bakmamışlardı en azından. Kulaklarımı parkelerden gelen seslere kabarttım. Doğal değildi. Birisi cidden burada, kütüphanenin içindeydi.
Olduğum, yani eskiden olduğum kişi olarak doğmak bir şans mıydı, yoksa lanet miydi emin emin değilim. Tek bildiğim başıma gelen her şey bu yüzden gelmişti. Sanki doğduğum andan itibaren başıma gelen tüm sayısız olaylar silsilesini bir şekilde kabullenmiştim. Her tarafım kızgın ateşlerle çevriliyken hiç ağlamamıştım. Panikle etrafta koşuşturduğumda, can havliyle küçük bedenimi çıkış kapısında dışarı attığımda, hatta sonrasında neredeyse hakkımdaki her şeyi unutmuş bir hastanede uyandığımda da ağlamamıştım. Avusturalyaya tek başıma, tanımadığım iki bakıcıyla yerleştiğimde de içimde bir hüzün hissetmemiştim. On beş yaşımdayken, sonrasında neredeyse canımdan olmamı sağlayan o olayı yaşadığımda da gözümden tek damla yaş dökülmemişti. Çünkü o zamanlar, bende bir bozukluk olduğunu düşünürdüm. Hayır, bende bir bozukluk olduğunu biliyordum. Her seferinde kendimi bir şekilde kötülüklerle dolu bir kuyuya düşmüş halde buluyordum ve o kötülükler vücuduma hiç kapanmayacak yaralar açılana kadar saldırıyordu.
Hayatımın dönüm noktası elbette ki terapi olmuştu. Terapiden sonra bir şeyi anlamıştım; başıma gelen şeyler için yas tutabilirim çünkü bunların hiç biri benim suçum değil. Ağlayabilirim çünkü her kim olursam olayım, hangi konumda olursam olayım yaşananları haketmiyorum, kimse haketmiyor. Kendime bir gelecek kurabilirim çünkü herkes kendisi için en iyisini hakeder.
Kendim için bir gelecek görememiştim. İçimde sağlıklı, iyi bir yön de görmemiştim hiç. Tüm bunları benim yerime SUnghoon'un babası görmüştü, beni özel olduğuma inandırmıştı. Beni terapiye yollamış, kendime doğru düzgün yol çizmemi söylemişti. Hayatım üzerimde söz sahibi olmasına çok kızıyordum o zamanlar. Fakat şimdi minnetarım. Bana sahip çıkmıştı, bana bildiği her şeyi öğretmişti, beni ailesine almıştı. Beni Sunghoon'a, biricik en sevdiği oğluna denk görüyordu. Hayır, bazı açılardan ondan daha iyi olduğumu söylerdi. Onun sayesinde artık iyiyim. Çok iyiyim. Kendime bir gelecek görebiliyorum, duygularımı özgürce ifade ediyorum. Fakat tüm her şeyi yeniden yaşamak istemiyorum. Çünkü bu sefer benden geriye bir enkaz bile kalmaz.
Bir adım, iki adım, üç adım ve bir başka nefes çok yakınımdaydı. Doğrulup oturdum ve panikle yastığımın altındaki bıçağa kavrayıp doğrulttum.
"Bu bana ikinci kez silah doğrultuşun." dedi çatık kaşlı Sunghoon. "Kullanmayı bilmediğin silah, hangisi olduğu farketmez sana zarar verebilir."
Bıçağımı yastığın üzerine bıraktım, ona silahlar konusunda gayet iyi olduğumu söyleme gereği duymadım. Sunghoon'un bakışları bıçağa kaydı ve silahı eline alıp incelemeye başladı. "Bu mutfaktan almışsın gibi gözükmüyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...