uzun yıllar önce, bir yerlerde
"Hyung," dedi küçük çocuk. Elindeki oyuncak arabayı sımsıkı tutuyor ve ağlamamak adına direniyordu. "Bana efsaneyi bir kez daha anlatır mısın?"
Bir kaç yaş büyük olan siyah saçlı çocuk gülümsedi ve eğilerek küçüğüyle aynı boya geldi. "Kader efsanesinden mi bahsediyorsun?" diye sordu saçlarını okşayarak. Küçük olan kafasını salladı ve bir kaç kez burnunu çekti. Mavi arabayı sımsıkı tutmaya devam ediyordu. "Bir japon mitolojisine göre Tanrı, ruh eşlerini, yani bir gün evlenecek olan kişileri serçe parmaklarından görünmez kırmızı bir iple birbirine bağlarmış."
Büyük olan serçe parmağını havaya kaldırdığında, küçüğü de onu taklit etti. Yüzümde şapşal bir gülümseme vardı ve bu hikayeyi neredeyse milyonuncu kez duyuyor olmasına rağmen bıkmış gözükmüyordu. "Ve her ne olursa olsun, o iki insan birbirini bulur. Kırmızı ip, o insanların kaderinin birbirine bağlandığını ve asla da kopmayacağını gösterir."
"Yani bir gün bir şansım olabilir." dedi küçük olan heyecanla. Büyük olan kahkaha attı. Tekrar küçüğünün saçlarını okşadı.
"Artık yatma vakti." dedi. "Arabayı alabilir miyim? Komidinin üzerine bırakmak için."
Küçük olan kafasını iki yana salladı. "Bu arabayı çok seviyorsun." dedi büyüğü. "Hiç diğer oyuncaklarınla da oynamıyorsun."
"Çünkü bunu bana o verdi." Küçük oğlan, aptalca da olsa mavi arabaya bir öpücük kondurdu. "Onu çok seviyorum, bu yüzden bana verdiği her şeyi çok seviyorum. Bu araba, bana verdiği şu resimli kitap ve çikolatalı kurabiyeler. Onun sevdiği her şey, benim de sevdiğim her şey."
Büyük olan gülümsedi ve çocuğun alnına bir öpücük kondurdu. "İyi geceler, küçük mucize." dedi. Ve odanın ışıklarını son kez kapattı.
günümüz
"Sence onları uyandırmalı mıyız?" diye sordu bir ses. Gözlerimi daha açamamıştım bile ama çevremdeki seslere karşı hep duyarlı olmuştum. Biri, birileri tepemde konuşuyordu.
"Patron bizi öldürür." Bir diğer ses. Harua.
"Önce fotoğraf çekeceğim." dedi fazlasıyla tanıdık bir ses. Heeseung.
"Hepiniz dışarı çıkın." dedim gözlerimi açma gereği duymadan. Heeseung saçma sapan bir şeyler mırıldandı, ardından deklanşörün sesi bir kaç kez duyuldu. Çocukca da olsa orta parmağımı havaya kaldırdım. Heeseung'ın da aynı şeyi yaptığını görmek için gözlerimi açmaya gerek yoktu. Kapının kapanma sesi duyuldu ve üçünün sesi giderek uzaklaştı. Bundan sonra değil odamın, bu katın da kapısını kilitleyecektim. Beni her hangi bir şekilde görmeleri umrumda değildi ama Jaeyun rahatsız olabilirdi.
Heeseung, bana ihtiyaç duymadığı sürece odama girme gereği duymazdı. Ciddi bir şeyler olmuş olmalıydı ama hiç kalkmak, Jaeyun'u bırakmak gelmiyordu içimden. Gözlerimi açtım ve kollarını bana dolamış, göğüsümde uyuyan Jaeyun'u izledim. Hala uyuyordu, kollarımın arasında öyle sakin, öyle huzurlu duruyordu ki, bu kalbimi tarif edilmez bir rahatlama hissiyle doldurmuştu. Jaeyun güzeldi. Tatlıydı, anlayışlıydı ve alımlıydı. Ve gerçekten güzeldi. Bunu inkar edemezdim. Bir şekilde beni etkilediği dr gerçekti. Acaba babamın ona 'küçük mucize' deme sebeplerinden biri onun mucizevi güzelliği olabilir miydi?
Dün geceki davranışlarımı tekrar ettim ve istemsizce parmaklarımı yüzünde gezdirmeye başladım. Parmaklarımın dokunuşuyla huylanıyor, kedi gibi yanağını göğüsüme sürtüyordu.Bir kaç saniye sonra gözleri aralandı ve uykusu yüzünden biraz şişmiş gözleri beni buldu. "Günaydın." dedi gülümseyerek. Sanki her zaman böyle uyanıyormuşuz gibi doğaldı. Yüzünü okşuyor olmamı yadırgamıyordu, beraber uyanmamızı yadırgamıyordu. Bir zamanlar yerinde kalbimin olduğu göğüsümdeki boşluk, görünce sızlamadan edemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...