Zihnim kendi özgürlüğünü uzun zaman önce beyan etmişti. Zihnimin sürekli dırdır etmesi gündüzleri bir tık dayanılır olsa da, geceleri daha dehşet bir hal alıyordu. Öyle ki, kafamdaki sesler yüzünden uyumayı başaramaz, saatlerle tavanı izlerdim. Zihnimdeki karmaşa bir fırtınaya dönüşürdü ve saatin tik tak sesleri zihnimde kopan bu fırtınaya eşlik ederdi. O fırtına bazen o kadar gerçekçi olurdu ki, dışarıdaymışım ve kendimi bir türlü sıcak bir eve kapatamıyormuşum gibi hissederdim. Öyle ki bir noktadan sonra kendi evimin konforunda bile rahat edemez hale gelmiştim. Ev ve huzur kavramı bana fazlasıyla yabancıydı.
Yine de sizlere dürüst olmamı isterseniz bir kaç gecedir derin, kâbussuz uykuların tadını çıkarıyordum. Jaeyun'un küçük bedeni kollarımın arasındayken düşünmem gereken başka hiç bir şey yok gibi hissediyordum. Üstelik bu rahatlığı sadece kollarımın arasında olduğunda değil, gözlerimin onu bulduğu her saniyede hissetmeye başlamıştım. Varlığının rahatlatıcı bir yanı vardı ve bu benim Jaeyun'a karşı farklı, anlamlandırması zor bir bağımlılık geliştirmemi sağlıyordu. Ne kadar farklı olduğumuz göz önünde bulundurulursa aslında bu tuhaftı. Ben güneşli günleri zifiri karanlığa çevirmeyi alışkanlık haline getirmiştim, Jaeyun ise zifiri karanlığı aydınlatacak ışığı kendinde barındırıyordu. Gerçekten tuhaf bir denklemdi ama karanlık zihnim Jaeyun'u yutmayı bir türlü başarmıyordu. Ve doğal olarak ben, ilk kez belki de birinin bana denk olabilecek kapasitede olduğunu düşünüyordum.
Jaeyun'un çıplak omzunu öptüm. Yorganı kafasına çekerek yüzünü gizlediğinde yorganı geri çektim. "Uyan bakalım yoksa üniversiteye geç kalacaksın."
Üniversite lafını duyar duymaz gözleri kocaman açıldı, yorganı üzerinden atarak doğruldu. "Saat kaç?"
"Yedi," dedim. "Hazırlanmak için bir saatin var. Sonra evden çıkmanız gerek."
Kafasını sallayarak yataktan kalkıp giyinme odasına koştu. Bir kaç dakika sonra kucağında kıyafetleriyle geri döndü. "Sen gelmiyorsun değil mi?"
Ona eşlik etmeyi gerçekten istiyordum ama bir kaç saat önce Argent çalışanlarından bir arama almıştım. Fransa güzel bir kaçamaktı ama uçaöa bindiğim andan itibaren döndüğümde kontrol altına almam gereken bir karmaşa olacağınən bilincindeydim.
"Gelemiyorum. Bir kaç ufak işim var," dedim. Seçtiği bir kaç kıyafeti üzerine tutmuş aynada inceleyen Jaeyun'u süzmeye başladım. "Heyecanlı mısın?"
Bana dönmeden kafasını salladı. En sonunda beyaz tişörtün üzerine mavi renk bir hırka giymeye karar verdi. Seçtiklerini yatağın üzerine özenle yerleştirip diğerler kıyafetleri giyinme odasına geri götürdü. İkimizin de havlusunu alıp banyoya yöneldiğinde peşine takıldım. Nice'daki geceden beri beraner yıkanmaya başlamıştık. Sahte başlayan evcilik oyunumuz giderek daha gerçekçi bir hal alıyordu. Eh, itiraf etmek gerekirse bu sevimliydi.
"Heyecanının sebebi var mı?"
"Yani evde yapacak bir sürü şey var. Annen ve kardeşlerinle konuşmayı, zaman geçirmeyi seviyorum ama ders çalışmayı da çok seviyorum. Avusturalyadan geldiğimden beri evden dışarı tek başıma pek çıktığım da söylenemez. Ayrıca biraz yalnızlık çektiğim gerçeği de var. Bir kaç arkadaş edinebilirim."
Tıpasını kapatıp suyu ayarladıktan sonra küvetin kenarına oturarak dolmasını bekledi.
Kapı çerçevesine yaslanarak bakışlarımı ona diktim. "Arkadaşların seninle tamışmak için heyecanlı. Jungwon ve Sunoo yani."
"Arkadaşlarımı sen mi seçiyorsun?"
"Hayır, Heeseung da seçmek konusunda bana yardımcı oldu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
d!e for you' jakehoon [on hold]
FanfictionPark Sunghoon acımasızdı. Elleri sayısız kez kana bulanmıştı ve bu onun pişmanlık duyduğu bir şey değildi. Zayıf olanın avlandığı bu dünyada Sunghoon, avcı olmayı tercih etmişti. Çoğu zaman bir kalbinin olduğundan bile şüphe eder, eliyle göğüsünün...