On dört

21.6K 885 416
                                    

               Medya: Afra Bayraktar

                                🍒

"Bu ne?" diye sorarak Alya'nın bana uzattığı paketi elime alıp ona dik dik baktım.

"Ne demek ne? Sana hediyem!" diye sevinçle söylendiği sırada hala ona çatık kaşlarla bakmaya devam ediyordum.

"Açsana, hadi!" diye çıkıştığında oflayarak mavi kurdeleli paketi açtım. Acar açmaz da içindekilere bakakaldım.

İçinde siyah ve diz kapağını geçen kabarık siyah bir elbise vardı. Bir de aynısının kırmızı renkte olanı vardı. Ne demek istediğini anlamam fazla sürmedi.

"Ya kanka salak mısın? Doğum günümde pişti mi olacağız?" diye sordum.

Yüzündeki kocaman gülümseme soldu. Sanki bana saatlerce bir şey anlatıyormuş da, bende anlamıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Asıl sen salak mısın Afra? Ben bu kıyafetleri ne zorluklarla aldım biliyor musun? Didar'a çöp atmaya gidiyorum diye yalan atıp mağazaya gittim ve bunları aldım."

Kaşlarımı çattım.

"Abartma." diye mırıldandım. Sinirle soludu ve kendini yatağıma attı. Yatağımda neşeyle otururken hala bu elbiseye bakıyordum. Giyecek miydim? Evet, çünkü giymezsem Alya tam 40 yıl susmazdı.

"Kanka bu yatak çok rahat, bir tane de bana alsana." diye sordu gülerek. Elimdeki kıyafetleri bıraktım ve gidip yanına oturdum.

"Saçmalama. Sen burada bekle, ben bi aşağıyı kontrol edeyim. En son balon falan almışlardı." dedim.

Aşağıda neler olduğunu çok merak ediyordum. Herkes sabah 6 dan beri ayaktaydı ve hazırlıklar için yardım ediyorlardı.

"Bende geleyim mi seninle?" Alya'nın sorusunu hemen reddettim.

"Yok gelme, şimdi o Kürşat denen şey oradaysa sinirlenir. Yabancılardan pek hoşlanmıyor da." dedim ve devam ettim. "Sen de en iyisi gizlice beni takip et, akşam yine gelirsin."

Başını salladı ve yatağımdan kalkıp ceketini giyip çantasını omzuna astı. Elimle sessiz olmasını işaret ettikten sonra beraber odamdan çıktık.

Salonda yürürken Alya yanlışlıkla ayağını sehpaya çarpınca inledi. "Ah!"

Hemen ona döndüm ve işaret parmağımı dudaklarıma bastırarak susmasını işaret ettim tekrar.

Sinirle; "Ne biçim bir ev ya burası, kendimi saraydan kaçan prenses gibi hissettim." dedi . Haksız sayılmazdı.

Tekrar yürümeye başladık. Üst kattan bir alt kata baktığımda gözlerim yuvalarından fırladı.

O kadar kalabalıktı ki, bizim aileden kimseyi seçemiyordum. Sadece annem masaları taşıyan adamlara nereye götüreceklerini işaret ediyordu.

Babam ise gelen yiyeceklerin ödemesini yapmış, adamın elini sıkıyordu. Alya bir an önce buradan tüymeliydi.

"Kanka çabuk ol, buradan hemen çıkman lazım." dedim. Aslında çok da saklanmaya gerek yoktu, çünkü bu kalabalıkta bizi kimsenin görebileceğini sanmıyordum.

"Aynen, buradan bir an önce gitsem iyi olur. Cin var bu evde, cin!" dediği sırada kıkırdadım. Hem de ne cin, şişe cini Kürşat Bayraktar.

Merdivenleri indik ve koşarak kapının önüne geldik. Alya tam gidiyordu ki kolunu tuttum.

"Akşam saat 8 de gelmeyi unutma sakın, Didar izin vermezse ayaklarına falan kapan ama yine de gel."

Alya hemen başını kendinden emin bir şekilde salladı.

Abi TerörüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin