Anlamak için büyük çaba verdiğim matematik sorusu yüzünden kafamı duvarlara vurmak üzereydim.
Somurtarak çalan kapıyı açmaya gittim.
O soruyu çözmeden hiçbir işime devam edemezdim.
"Chris kar yağıyor!" İncecik hırkası ile kapımı çalmıştı Jeongin. Bir ay önce verdiğimiz sözü tutması beni gülümsetti.
"Ne, ciddi misin?" Kahkaha atarak askıda asılı duran montumu aldım ve hızlıca üzerime geçirdim.
"Git montunu giy de öyle gel." Kafa sallayarak montunu almaya gitti ben de kafama bere geçirdim ve biliyordum ki o bere takmayacaktı bu yüzden ikinci bir bere yanıma da atkı aldım.
Büyük ve uzun montu ile penguenlere benziyordu. Kafasına bereyi geçirdiğimde gözleri tamamen kapanmıştı ve gülerek gözlerini açtım.
"Artık gidebilir miyiz?" Kafamı iki yana sallayarak kırmızı atkıyı boynuna sardım. İşte şimdi gidebilirdik.
"Bu ne ya, hareket edemiyorum. Hem senin atkın sen taksana."
"Çok kansızsın, bünyen zayıf, çabuk hasta oluyorsun. Ben mi takacaktım atkıyı?"
"Off peki hadi gidelim." Biraz somurtsa da apartmandan çıkana kadar sürmüştü. Yüzüne düşen ilk kar güzel kirpiklerine düştü. Kısa sürede eriyip yok oldu.
"Çok güzel yağıyor..."
"Kesinlikle çok güzel, hadi kardan adam yapalım."
"Ben seni yapayım, sende beni yap ama çok büyük olmasın."
"Pekiii." O bana arkasını dönüp yere eğildi. Bende üşüyen ellerimle yerdeki kardan minik bir top yapmaya başladım. Yerde yuvarlayarak bunu büyütebilirdim.
Ayrıca kar ile oynamaya çıkıp eldiven takmayı nasıl unutmuştuk?
Yerde yuvarladığım ilk kar topu yeterli büyüklüğe ulaşınca bir sonrakine geçtim. Diğerinden biraz daha küçük olan topu diğerinin üzerine yerleştirdim. Son olarak kafayı yaparken bir kedi miyavlaması duyduğumuzda ikimiz de aynı anda işimizi bıraktık.
Kar çoktan boyunu aşmıştı, minicikti. Üşüdüğü için titriyordu bu yüzden kucağıma aldım. Biraz olsun ısınması için montumun fermuarını açarak içime doğru soktum.
"Atkıya saralım daha az üşür." Benden herhangi bir cevap beklemeden atkıyı kediyi saracak şekilde açtı. Resmen dürüm olan kediyi onun kucağına bıraktım.
"Sen bekle, ben ikimizin de kardan adamlarını bitireceğim."
O beni izleyerek kediyi ısıttı. Bende ikimizin kardan adamlarını bitirdim.
O beni ters yapmıştı ve komik duruyordu. Kafam yerdeydi, gülerek kendi kardan adamımı onunkinin yanına taşıdım. Şimdi ikimiz yan yanaydık. Yerde bulduğum ağaç dallarından önce kollar daha sonra da ağız ve göz yaptım.
Bir şey eksikti... botlarım ile yerdeki karları ezerek ikimizin kardan adamlarını kalp içine aldım. Şimdi harika olmuştu.
"Çok güzel oldu!" Kahkaha atarak güldü.
Telefonumu çıkartıp önce harika eserimizin resmini daha sonra da onu ve kediyi çektim.
Yemin ederim ki o çok güzeldi. Güzellik kavramı sadece kadınlar ile sınırlı kalmamalıydı. O, gerçekten çok güzeldi.
"Kedi daha fazla üşümesin eve gidelim."
"Benim manyak bir arkadaşım var. Kışın kedileri evine almaktan asla çekinmiyor. Onun yanında kalabilir. Berry olmasaydı eve alabilirdim ama anlaşacaklarını sanmıyorum..."
"İçim rahatladı."
"Evi çok uzakta değil, gitmeye ne dersin?"
"Olur."
Kediye olan sevimli bakışları fotoğraflarım için mükemmel bir parçaydı. Habersiz onun fotoğraflarını çekmeye bağımlıyım. Fark etse de hiçbir şey demiyordu. Bu yüzden sık sık resmini çekmeye başlamıştım.
Sakin sakin karın altında yürüdük. Bugün tam zamanıydı. Klişe olabilirdi ama özeldi.
"Minhoooo." Zile basarken adını bağırdım. Neyse ki sokaklar boştu.
"Ne var yine." Saçı başı dağılmış arkadaşım kapıyı açtı. Önce beni süzdü daha sonra yanımdaki Jeongin'i. Kolları arasındaki kediyi gördüğü an gözleri parladı. Kedi hastası olduğu kesindi.
"Kardan üşümüş, aklıma ilk sen geldin."
"Ayy çok tatlış bir şeysin sen." Jeongin'in kucağından kediyi aldığı gibi sarıldı.
"Kedi getirdiğin için evime girmeyi hak ettin. İsterseniz gelebilirsiniz?"
"Belki daha sonra sen kedi ile ilgilen."
"Peki, daha sonra görüşürüz. Ben bu bebek ile bir güzel ilgileneceğim, aklınız kalmasın. İyi olacak. Hatta yarın veterinere de götürürüm."
"Teşekkürler." Jeongin kısık çıkan sesiyle teşekkür ettikten sonra Minho bize gülümsedi.
Kapanan kapı ile geri dönüş yolunu tuttuk. Jeongin'e yapacağım konuşma için birkaç kez kendimi hazırladım.
"Jeongin."
"Efendim?"
"Ben... Nasıl yapacağım bilmiyorum, gerginim biraz."
"Sorun değil, ne oldu ki?"
"İlk karda aşkını itiraf edenler sonsuza kadar ayrılmamış klişe biraz ama seni seviyorum Jeongin." Pat diye söyleyip gözlerimi kapattım çok gergindim ve Jeongin'in iyi bir tepki vermeyeceğine emindim.
"Ben şey bilmiyorum."
"Özür dilerim, arkadaşlığımız bozulmasın."
"Hayır öyle değil, senden hoşlanıyorum ama senin gibi birisi için uygun muyum? Çok harika insanlar var: sosyaller, eğlenmesini biliyorlar, aileleri benim ki gibi değil, güzeller veya yakışıklılar her neyse. Aptal değilsen benim ile sevgili olmazsın. Senin gibi birisini ben hak etmiyorum. İğrenç birisiyim?"
"Öyleyse aptal olacağım. Sen benim için güzel olan her şeyin tanımısın hatta daha fazlasısın. Anlamıyorsun, kendinin farkında değilsin. Keşke bir kere benim gözümden kendini görebilseydin."
"Yapma, basit bir hoşlantı için-"
"Basit bir hoşlantı mı? Peki. Daha fazla burada durmanın bir anlamı yok, gidelim." Hislerim onun gözünde basit bir hoşlantıydı ve daha sevgili olmadan ayrılacağımıza inanıyordu. Kırıcı sözlerdi bu yüzden daha fazla konuşmadım.
Eve yürüdük, merdivenleri çıktık, anahtarlarımızla evlerimize girdik ama ben tek kelime etmedim.
Ondan da herhangi bir ses gelmedi zaten.
Hayat dizilerdeki gibi değildi bir kez daha anlamış oldum.
Jae.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your eyes, jeongchan. ✓
Fanfiction"Jeongin... gözlerin çok güzel ama neden bu kadar üzgün bakıyorlar?" [düz yazı, psikolojik] 25092022 16062023