eight, when will you smile?

955 157 17
                                    

Jeonginlerin evden kavga, kırılma sesleri yine eksik olmazken kendimi kapıyı çalarken buldum.

"Ne var?" Kadın sinirle kapıyı açtı, hemen koridorun sonunda ağlayan Jeongin'e gözlerim takıldı.

"Benim Jeongin ile yapmam gereken bir ödev vardı."

"Defol git Jeongin." Kadının konuşma şekli sinirimi bozarken gözlerimi devirmemek için zor durdum.

Jeongin kendisini toparlamaya çalışıp kapıya yaklaştı. Sessizce kapıdan çıktı eğilerek ayakkabılarını giyerken yere damlayan göz yaşını görmüştüm.

Annesi kapiyi kapattı, o sessizce ayağa kalktı. Gözyaşları yüzünden parlayan gözleri hâlâ çok güzeldi ama ben o gülsün istiyordum, ağlasın değil.

Hâlâ apartmanın içindeydik ve ben dayanamayıp ona sarıldım. Kafasını bana yaslayıp sessiz sessiz ağlamaya devam etti.

"Özür dilerim ağlama lütfen, daha önce gelmeliydim."

"Sen niye özür diliyorsun?" Sessi boğuk çıkarken biraz da titriyordu.

"Daha erken gelebilirdim, aptal ben."

"Geldin ya o bana yeter." Bana alışmıştı, yanımda konuşuyordu. Bu yakınlığı kendi içimde unutlanmama neden oluyordu işte.

Terasa çıktık yine, bizim mekânımız olmuştu burası. O kötü anı yerine daha güzel anılar biriktirmeye çalışıyorduk.

Ben odamdaki iki pufu birlikte oturalım diye buraya koymuştum. Yine üzerine oturduk, bugün hava biraz esiyordu.

"Üşüyor musun?"

"Hayır." Yalan söylediği belli olurken bir dizi sahnesini canlandıracağım gerçeği beni saçma bir şekilde güldürdü. Anlamadan bana baktı, üzerimde ceket veya kapşonlu yoktu bu yüzden sweatshirtü çıkardım, tabii içimde tişört vardı.

"Ne yapıyorsu—"

"Sessiz olup giy şunu hadi."

"Bu sefer sen üşümüş olacaksın?" O da dizide gibi hissetmiş olsa gerek güldü ve üzerine sweatshirtümü giydi.

"Parfümün çok güzelmiş." Şapkasını kapatırken mırıldandı.

"Biraz ağır kokuyor ama sevdiysen ne güzel."

"Tam... Senin kokun. Markası ne?"

"Aslında herhangi bir marka değil. Hannah'ın bir arkadaşı kokular ile ilgileniyor. Birlikte benim için de parfüm yapmışlar."

"Çok iyi olmuş, pahalı bir marka söyleseydin inanırdım."

"Eğer herhangi bir bilgim olsaydı seninle de böyle şeyler yapmak isterdim ya da resim çizmek, tuval yapmak... cidden yeteneksiz insanın tekiyim."

"Yapma şunu ya! Çok yeteneklisin bir kere... Resim çizer misin bilmem ama çoğu şeyi harika yapıyorsun. Bütün herkesin peşinde olmasına şaşmamak gerek..." Son kısımda üzgün bir havaya sahip oldu.

"Üzüldün sanki?"

"Hayır?"

"Sen... insanların peşimde koşmasından rahatsız mısın?"

"Neden olayım ki arkadaşız biz..." Vay be Chan friendzone yedin yine...

Üzülsem de belli etmemeye çalıştım, bundan sonra bir şey demedi. Üzüldüm, onun beni arkadaşı olarak görmesi rahatsız etti.

"Babam gelecek birazdan." Titrekçe bir nefes verip oturduğu puftan kalktı.

"İstersen bize geçelim, annem babam da seni seviyor nasıl olsa?"

"Yok eve gitsem daha iyi..."

"Peki istediğin zaman gelebilirsin." Bu cümleyi onun aklına sokmaya çalışıyordum. Ne sıkıntısı olsa gelmeliydi...

"Bu sweatshirt bende kalsa olur mu?"
Çekinerek sorduğu soruya gülümsedim.

"Nasıl istersen öyle olsun." Gülümsedi merdivenlerin inerken, kapısına geldiğinde de gülümsedi... Eve girerken de gülümsedi ve ben iç çektim.

Gerçekten gülmesini istiyordum...

Ne zaman gerçekten gülümseyeceksin Jeongin?

Telefonu açarken odamın kapısını kapattım.

"Changbin hiç sorma friendzone yedim."

"Sana bunu yapan hayat bize neler yapmaz yüce Chris."

—Jae

your eyes, jeongchan. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin