14. Bölüm

60 5 7
                                    



Hayatta kendimizi sorguladığımız birçok an vardır. Oturup ne yaptığımıza , ne yapacağımıza , ne yapmamız gerektiğine bakar ve kendimizi şekillendirmeye çalışırız.

Ama bazı anlar vardır ki değil kendini şekillendirmek , kim olduğunu unutturur.

Sana hayatını en derininden sorgulatır. Sana aileni sorgulatır. Sana anneni , babanı...Sana babanı sorgulatır.

Yıllar önce öldü bildiğin babanı karşında görünce sana hayatı gerçekten de sorgulatır.

Hayal mi görüyordum ? Yoksa her şey gerçek miydi? Ya da belki de deliriyordum.

Anne ve baba özleminden sonunda kafayı sıyırmıştım belki de...

Neden şimdi peki... Onca sene neredeydi ? Nasıldı ? Neden şimdi çıkıp gelmişti ? Ben neden hiçbir şey bilmiyordum?

Salonun girişinde öylece dururken ağzımdan şaşkın , acı dolu bir sesle yıllardır söylemeye hasret kaldığım kelime çıktı. " Baba? "

İçim acımıştı. Yıllardır bu kelimeyi kullanmıyordum. En azından kanlı canlı karşımda dururken kullanmıyordum.

Babamla hiçbir zaman iyi olamamıştık ama babamdı işte bir yerde de... Çocuktum. Nasıl her şeyi anlayıp da kendi kendimi avutacaktım. En fazla altı yaşındaydım. Altı be !

Anne ve baba eksiği bu hayatta en çok hissedilen eksiklikti. Diğer her şey bir şekilde dolardı ama onların eksikliği...Asla kapanmayan bir yaraydı.

İkisinin şaşkın ve sinirli bakışları kapıya döndü. Bab- yani o adam sanki bir an ne yapacağını bilemez gibi olmuştu.

Hiçbir yere sığamıyor gibiydi. Evet ben de sığmıyordum şu anda bu eve , bu dünyaya. Onlara da bulaştırmıştım. En başında bana bulaştırdıkları gibi , beni bu eve , kendi kollarına , sıcacık olması gereken kalplerine sığdıramadıkları gibi şu an sanki karşımda oldukları yer dar geliyordu onlara.

Derince yutkunup sesimi bulduktan sonra bir kez daha konuştum , " Burda tam olarak noluyor ? "

" Gel şöyle konuşalım," dedi kadın soğuk bir sesle. Elimi kaldırıp dur işaret yaptığımda kaşlarını daha da çatıp bana bakmaya başladı.

" Hiçbir yere gelmiyorum. Siz bana hemen şu anda ne olduğunu anlatıyorsunuz. Hemen. Şimdi."

" Şafak. Gel içeriye rahatça konuşalım," deyip hafifçe bana doğru yürüyen adama karşı elimi kaldırmış ve geriye iki adım atmıştım.

Yıllar sonra babamla konuşuyordum. Babamın bana adımla seslenişini bile unutmuştum. Çünkü henüz altı yaşındaydım. İçimdeki bu acıyla karışık heyecan berbat hissettiriyordu. Deli gibi ağlamak istiyordum.

" Sen hele ki... hele ki sen," yukarıya bakıp dolu gözlerimi tekrardan onlara çevirdim , " Sen...Nasıl...Ya sen...," diyemeden göz yaşlarım benden izinsiz akmaya başlamıştı.

Kafam o kadar karışıktı ki... Yaşarken bana karşı davranışları , yıllardır ölü sanmam , ortada dönen yalan... Tüm yılların birikimini birazdan akıtacağım biliyordum.

Geç bile kaldık Şafak...

Burnumu çekip ayarlayamadığım bir tonda konuşmaya devam ettim. " Ya sen ölmüştün ! Sen öldün ! Benim babam öldü...," dedikten sonra onların bana acımadığı gibi ben de acımayıp sözlerime devam ettim , " Benim içimde hep ölü olan babamın bedenini de toprağa vermiştim ben. Ben verdim ya ben," derken elimle göğsüme doğru vuruyordum. " Ben baba dediğim adamı altı yaşında toprağa verdim. Gözümün önünde attılar toprağı..."

Peri Kızı / TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin