Sorularınız varsa, bana sormaktan çekinmeyin lütfen. Bir mesaj uzağınızdayım^^
İşte Şimdi, öncelikle bu bölümü yavaş bir şarkıyla okumanızı tavsiye ediyorum çünkü yavaş bir şarkıyla okumanız, duyguyu daha iyi anlamanızı sağlar. Justin Bieber - Nothing Like us, 5sos- Wherever you are , ve ya sevdiğiniz yavaş şarkılardan biriyle okuyabilirsiniz. Ki bence 5sos- Wherever you are, en iyisi. Ağlar mısınız bilmiyorum, ben ilk okuduğumda ağlamıştım, evet, ben yazdım ama ben de ağladım. Eğer benim gibi sulugöz bir insansanız, belki ağlayabilirsiniz.
Dinlediğiniz şarkıyı yazın lütfen, ben de yeni şarkılar bulmuş olurum :d Pek iyi olmayacak bir bölüm ama, iyi okumalar •_•
-
Ölecektim işte. Daha 20 bile olmadan geberip gidecektim. Ölmeyi istemediğimi zaten doktora defalarca söylemiştim. Ve doktor Simon da bana, Türkiye'deki doktorumla görüşmemi söylemişti.
Sonuç olarak, gitmem gerekiyordu.
Kıyafetlerimi valizime yerleştirirken -ki gerçi bunları kullanamayacaktım bile- düşündüm.
Peki bunu Andrew'e nasıl söyleyecektim? Söyleyemezdim, şu ana kadar ondan bu hastalığı saklamıştım ve eğer öğrenirse benimle birlikte gelirdi. Gelmesini istemiyordum. Büyük ihtimalle ölecektim ve o bunu görmemeliydi.
Bora, o tekrar gitmişti. Alexis'le barışmışlardı ama Türkiye'de kalıyorlardı. Bu benim için belki de iyiydi çünkü ona veda etmem gerekmeyecekti.
Andrew'in ailesi. Babası tabiiki de yoktu ama annesi geri dönmüştü. Dönsündü bir zahmet, iki ay boyunca eve gelmemişti sonuçta.
Veda etmem gereken tek kişi Andrew'di. Bu hastalığı bilmeyen tek kişiydi ve ona veda etmeliydim. Bu benim için fazlasıyla zordu çünkü, o benim en değerlim gibi birşeydi. Diğerlerine veda etmeyecektim çünkü fazlasıyla sulu göz bir insandım ve bundan nefret ediyordum.
Andrew'e bir mektup yazacaktım, en etkilisi buydu değil mi? En sağlıklı yol da buydu ki söz konusu ben olunca sağlık pek uğramıyordu.
Enes, Cenk, Ceren, Emre, Ada, isimlerini hatırladığımda bile gülümsememi sağlayan Potas ve Sucuk, Ceyda, Nona , Doktor Simon, Hayley'i bile fazlasıyla özleyecektim.
Yarın Andrew görüşmeye gidecekti, şu öfke nöbeti ile ilgiliydi. En azından o kendini kontrol edebilecek ve kimseye zarar vermeden sorununa çözüm bulabilecekti.
Acaba ölseydim, Andrew arkamdan çok ağlar mıydı?
Ağlamasındı, onu sadece 1 kere ağlarken görmüştüm ve bu beni mahvetmişti. Peki acaba öbür dünyada insanlar özlenir miydi? Özlenmesindi. Ben Andrew'i fazlasıyla özlerdim çünkü.
Gözümden akan bir damla yaşı tek elimle sildim ve valizimi yatağımın arkalarına koydum, Andrew gideceğimi bilseydi öfke nöbetini asardı çünkü.
Kapım tıklanınca göz yaşlarımı geri gönderdim ve "Gir!" dedim. Andrew olmalıydı.
Tahmin ettiğim gibi o'ydu. Yanıma yaklaşıp bana sarıldı. Kollarımı onun boynuna dolarken dudaklarına yaklaşıp onu öptüm. Bana memnun bir şekilde karşılık verirken dudağının üzerine gülümsedim. Onun da gülümsediğini hissedince tekrar öptüm.
Gülüşünden öpmek tam olarak buydu.
Boynundaki kollarımı daha da sıkılaştırıp ona sıkı sıkı sarıldım.
"Bana kızgın mısın?" diye sordu. Herşeyi öğrendiğimi biliyordu.
Ama o daha hiçbirşey öğrenmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Ne Çeşitsin?
RandomTüm hakları yastığımın altındaki defterimin 16.sayfasının 6.satırının 2. cümlesinde saklıdır. © Beril, 18. yaş gününe tam 1 ay kala başka bir ülkeye gitmek zorunda kalınca, işler iyice değişir. ''Sen ne çeşitsin ya?'' diye sorduğumda sırıtması iyic...