13- Doğum günü

308 22 11
                                    

Andrew 'e ölümcül bir bakış attım.

Gözlerini kıstı ve üzerindeki kızın kollarını tutup geriye doğru attı. Birşey söylemek için ağzını açmışken onu durdurdum ve konuştum.

"Üzgünüm canım sahibi var. Şimdi uza." diyerek kızgınca soludum.

"Sen mi sahibisin? Hahahahaha hatırlat da bir ara güleyim." dedi bilmiş bir tavırla.

"Evet sahibi benim. Noldu yine algıların mı kapandı?" diye cevap verdim.

"Ben bilmem de Andrew'in bu kadar salak olduğunu bilmiyordum."

Andrew'den

Bu kız artık fazlaydı. Beril'e göz kırptım ve geri çekildi.

Hayley'in üzerine doğru yürümeye başladım. Etrafımızdaki topluluk beni rahatsız etmiyordu.

Planım işliyordu.

Nasıl mı?

Tam ağaçla arasında 2-3 cm kala durdum. O da durdu. Ona sinsi bir bakış attım.

Gülümsedi. Sanırım şey yapacağız sanmıştı. Tamam,bu pek normal bir anlatım şekli olmadı ama öyle sandığı doğruydu.

Ağaçla arasında 1 cmden az mesafe kalmıştı. Kulağına doğru eğildim.

"Bir daha ne bana, ne de sevgilime yaklaşma, Hay, anladın mı?" diye fısıldadığımda derin bir nefes aldı.

Kafasını olumlu anlamda hızlı hızlı salladı.

Tekrar eğildim.

"Eğer sözümü dinlemezsen, Başına geleceklerden haberin var değil mi?"

diye fısıldadığımda tekrar kafasını hızlı bir şekilde sallayarak bana baktı.

"Güzel. Şimdi git." dedim tehdit edercesine.

Dik durdum ve ona baktım. arkasını döndü ve adım attığı anda ağaca tosladı.

Bütün okul gülmeye başlayınca sırıttım ve Beril'in yanına gidip kolumu omzuna attım.

"Birileri ağaçlara bayılıyor arkadaşlar!" diye dalga geçtim Hayley'i kast ederek. Hayley bana sinirli bir bakış attı ve gözleri dolu bir şekilde okul binasından içeri girdi.

"Waow" dedi Beril şaşkınca bana bakarken.

"Waow" diye yanıt verdim.

Beril'den

Tamam, bu harikaydı.

Andrew beni korumuştu, bana sataşan kızı okula rezil etmişti ve bütün okulun önünde sevgili olduğumuzu ilan etmişti.

Buna her ne kadar şaşırsam da, "waow" dedim sadece. Andrew'in egosuyla falan uğraşmak istemiyordum.

O anda Andrew'in telefonu çaldı. Cebindeki telefonu çıkarıp arayana baktı. Çenesi kasılmıştı.

"Bekle biraz." dedi ve uzaklaştı. Telefonu kulağına götürüp sinirli sinirli konuştu. Dudak okuma yeteneğim sayesinde söylediklerini anlayabilirim sanmıştım ama ingilizce konuşuyordu.

Sinirle telefonu kapattı. Bana doğru geldi ve kulağıma eğildi.

"Sen sınıfa git, ben geliyorum." deyip arabaya doğru yöneldi. Arkasından adımlarımı hızlandırarak ona yetişmeye çalıştım.

"Andrew ne oluyor?" diye bağırdım.

Sinirle bana döndü. Mavi gözlerine sorarcasına baktım. nefesini sanki saatlerdir tutuyormuş gibi bıraktı.

Sen Ne Çeşitsin?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin