Özel Bölüm • 1

102 6 1
                                    

Alexis'den

Bütün duygular zamanla yok olabilirdi, bütün fikirler zamanla değişebilir, bütün mutluluk hisleri zamanla unutulabilirdi, ama acılar asla zamanla geçmezdi.

O bütün aileyi -özellikle abimi- derinden etkileyen olaydan sonra, hiçbirşey eskisi gibi olmamıştı. Babam denecek o adam zaten yoktu, artık hiç gelmez olmuştu. Annem, o adamdan ayrılmak istediğini belirtmiş, bunun üzerine o lanet olası adam, annemin şu anda karşımdaki yoğun bakım yatağının üzerinde yatmasının sebebi olmuştu.

Annem İçin üzülüyordum tabiiki, ama bunca yıl babamdan ayrılmak istemediği için ona kızgındım da. Fakat beni en derinden yaralayan Andrew'di. O gün, yaklaşık bir haftadır içeride olduğu Beril'in odasından, ardından evden sinirle çıkıp gitmişti. 1 yıldır evde yoktu ve yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum.

Bütün bunlar Beril'in suçu değildi, onu suçlamamıştım hiçbir zaman. Abimin ona aşık olması ve ya Beril'in hasta olması kendi suçu değildi bana göre. Onu suçlayan biri var mıydı, bilmiyordum.

Bora... o da yoktu Beril'in ölümünden beri. Sanırsam, Beril'in gitmesinden birkaç gün sonra konuşmuştuk onunla. Annem beni arayıp Beril'in olmadığını söyledikten sonra hemen dönmüştüm eve. Bora ameliyatı ögrenmişti bir şekilde, Bana ameliyatın riskli olduğunu hatırlatmıştı ve ben bunu Andrew'e söylememiştim. Sonrasında zaten Bora da ortadan yok olmuştu. Onu da bilmiyordum.

Son gördüğümde Cenk bilmediğim bir ülkeye taşınmıştı, Ceren ile birlikte. Onu özlemediğimi farkettim bir süre sonra. Hayır, onu zerre kadar ozlemiyordum. Gerçi umrumda değildi, belki biraz. Ahh bilmiyordum işte.

Hiçbirşey bilmiyordum.

Gözlerim klasik hastane Odasında bir kez daha tur attığında, daha fazla duramayacak halde olduğumu fark ederek çıktım odadan dışarı. Abimin bundan haberi yoktu, ama gazetelerde yazıyordu annemin bu halde olduğu. Istese öğrenme imkanı vardı, bu yoldan.

Asansöre ilerleyip düğmesine bastım. 4. Katta olduğunu haber veren asansör aşağı inerek bulunduğum kata geldiği an derin bir nefes verdim. Kapılar yavaş yavaş açıldı ve hızla içeri girdim. Sinirliydim, hem de çok. Ama yapacak birşeyim yoktu. Herşeye, herkese sinirliydim.

Sinirle asansörün kafeterya katına bastım. Otomatik kapılar kapanırken burnumdan soluyordum diye bir tabir kullansam, normal olurdu sanırım. Aklımdaki düşünceler beni sinirli hale getiriyordu.

"Işine karışmak gibi olmasın ama memografi katında ne aradığını sorabilir miyim?"

Duyduğum ses, ağzımın 'o' şeklini almasına ve kafamı sol tarafıma doğru çevirmeme neden olurken gözlerimi kısarak karşımdaki yüze baktım. Kıvırcık saçlı, ela gözlü bir çocuktu. Alaycı bir şekilde sorması, benimle dalga geçtiğinin kanıtıydı. Çocuğun üzerinde düşünmeden hızla kafamı düğmelerin bulunduğu kısma çevirdim ve talihsiz kaderim bana rezil olmak konusunda dünya markasısın Alexis, diyerek göz kırptı.

En üst kata basacağım yerde, onun bir alt katına basmıştım. Karşımdaki yakışıklı çocuğa rezil olmam yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu. Hızla omuzlarımı dikleştirdim.

"Sana ne? Belki orada işim var?"

Kendimi savunma amacım kendimi daha fazla rezil etmeme neden olduğunda içimden kendime küfürlerimi bir bir sıralamaya devam ederken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Lanet olsun!

Çocuğun Kıkırtısını duymamla kaşlarımı çattım. Evet Kıkırtısı harika, hatta mükemmel olabilirdi ama sinir olmuştum bir kere! Nefret etmeye başlamıştım bu çocuktan, her ne kadar kıkırtısını ses kaydına alıp defalarca dinlemek istesem bile.

Asansör ilk önce yanlışlıkla bastığım momografi katında durdu. Dudağımı daha sert ısırmaya devam ettim, ağzımdaki kan tadını alıncaya dek... Öfkeyle kalkan, zararla oturur sözü tamamen bu duruma özel yazılmış gibiydi sanki. Ben utancımdan yerin dibine girme seviyesine gelmişken o çocuğun sesini tekrar duydum.

"İnmeyecek misin?"

Daha çok, kendini gülmemek için zor tutan bir tınıyla sormuştu, bu alay dolu soruyu. Dişlerimi birbirine bastırdım ve ona ölümcül bakışlarımdan fırlattım. İşe yaramamıştı tabiiki. Çocuk bana tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakıyordu. Bence bu da ondan nefret etmem için bayağı büyük bir nedendi.

Asansör kafeterya katında durduğunda, gözümün önünü kapatmış perçemi alıp kulağımın arkasına attım, ardından hızlı adımlarla -ve bu felaket gıcık çocuğa kötü kötü bakışlar atmayı ihmal etmeden - asansör kabininden çıktım.

Hayatımda ilk defa bir hastane içinde bu kadar uzun süre durmuşken, ilk akşamdan rezil olmuş ve nefret edebileceğim birini bulmuştum bile. Şansıma içimden bir kez daha küfür ederken kendi kendime gözlerimi devirip kahvemi ve bir paket çikolata istedim. Çikolatam ve kahvem yaklaşık 1 dakika içinde önümde olunca, kahvemi ve çikolatayı da alıp masa aradım etrafta. Ama nedene bütün masalar doluydu. Sandalyeler bile. Iyi de ben ayakta kahve içemezdim ki! Kesin bir sakarlık yapıp üzerime dökerdim.

Sonra o çocuğu gördüm, kocaman masada tek başına oturuyordu. Öküz işte ne olacak! Kahvemi ayakta içmek istemiyordum, ama biraz daha beklersem Çikolatam elimde eriyecekti.

Kader işte... diye geçirdim içimden. Derin nefesler alarak çocuğun yanına ilerledim. Umarım beni yanlış anlamazdı, yoksa o kahveyi üzerine boşaltmam ve kahvemi harcattığı için ona sinirlenmem işten bile değildi.

--

Buraya yazmayı o kadar çok özlemişim ki!

Evet, evet bu hikayeyle alakalı bir bölüm olmadı. Sadece küçük bir fikrim vardı, onun için yayınladım bu bölümü.

Multimedya'da hikayede bahsi geçen sarı saçlı ela gözlü çocuk var ;) :D

Alexis'in ağzından yazmak istediğim yeni bir hikaye var! Bence güzel olur, ara ara Andrew'den de yazarım. Hem benim için de bu hikayeyi yeniden yazmak gibi olabilir çünkü geçmişten, -bu hikayeden- bişeyler yazmak için de fırsat olur benim için. Nasıl fikir?

Bu, hikayenin giriş bölümü ve eğer beğenilirse bölümü biraz düzenleyip hikayeyi yayınlarım. Görüşleriniz çok çok çok çok çok çok önemli benim için.

Hepinizi seviyorum, kendinize çok iyi bakın!!! ♡

Sen Ne Çeşitsin?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin