AŞEKA|GİRİŞ

8.8K 1K 351
                                    


Gözleri, kaçış yolunu ararken salonda yok denecek kadar az eşya olduğunu fark etti. İkili bir kanepe dışında, yemek masası ve köşede rengi solmuş iri çiçek desenleri olan tekli bir koltuk bulunuyordu. Bunun dışında yerde ne bir halı vardı ne de duvarda herhangi bir resim... Gözleri ahşap kapıya takıldı, evi dinlemeye koyuldu. Varlıklarını hissetmek için kalan tüm gücünü kullanması gerekiyordu. Hızlı adımlarla kapıya doğru koştu, kapı kolunu denediğinde açık olmasını beklemiyordu ama kapı, onu buz gibi bir soğukla yüzleştirerek sonuna kadar açıldı.

Arkasına bakmadan var gücüyle koşmaya başladı. Nerede olduğunu ya da nereye gideceğini bilmiyordu. Sadece koştu; elbise eteklerinin uçuşmasına, ayağına batan taşlara, buz gibi esen rüzgâra ve yüzünü donduran soğuğa aldırmadan koştu. Midesi, kalbinde atacak ve artık dayanamayacak noktaya gelene kadar koştu. Yol üzerinde bulunan ne bir ev ne bir pansiyon ne de yoldan geçen bir araç vardı. Issızlığın içine bir de gecenin karanlığı hâkim olunca gözleri dolmaya başladı. Görüş mesafesinde hiçbir şey yoktu.

Yol kenarındaki dikenli tellere tutunarak eğildi, nefes alışları düzenli bir hal alana dek bekledi. Ne gözyaşları diniyor ne de kesilen soluğu ritmine kavuşuyordu. Toprak yola başına ne geleceğini düşünmeden oturdu. Avuç içleri sıkı sıkı kenetlendiği tellerden kanamaya başlamıştı, daha da sıkarak acının varlığına tutundu. Gerçekten, ıssız bir yol kenarında donarak ölmek mi istediğini düşündü.

Sesi kısılana kadar haykırdı.

Gecenin içine sığmıyordu.

Gecenin içinden taşıyordu.

Bütün bunlar, sadece on sekiz yaşında olan bir kız için çok fazlaydı. Herkes her şeyi bilirken, gözünü bile kırpmadan ondan saklayanların ihanetiyle bir kez daha yıkıldı.

Çekinmeden dikenli tellere yasladığı sırtı uyuşmuştu, artık acıyı bile hissetmiyordu. Ancak onun dolu dolu acıya, hissetmeye ihtiyacı vardı. Ne istediğini duymuş gibi yanına yaklaşan gölgeye, kurak topraklarda güneşten kaçan bir hayvan gibi sığınmak istedi. İçindeki bu yabani duygudan sıyrılmak için, dişlerini sıkarak gözlerini kapadı.

"Ben de tıpkı böyle hissetmiştim," dedi, Kumral'ın tüm duygularını, yaşadığı ihanetin ardında gizleyen sesi. "Sen, gözlerimin içine baka baka trende Doruk Ilgaz'ın kolları arasında yanımdan uzaklaşırken."

Sırtında belli belirsiz bir batma hissi vardı, muhtemelen kanamıştı ve kan, elbisenin altındaki çıplak bedenine doğru sızıyordu.

Başka bir şey söylemedi, yanına oturup bir sigara yaktı. Boşluğa üflediği duman, onun aksine kendisini teğet geçmişti. Fetih Yargıcı'nın insanı girmek istemeyeceği sulara sürükleyen bir dürüstlüğü vardı. Tüm bunlara rağmen yanında olmasını isteyeceği, elinde kalan tek insanmış gibi hissetti. Ona söyleyecek bir şeyi yoktu kızın, açıklama yapmayacak ya da kendini savunmayacaktı. Tüm bunların kendisiyle bir ilgisi yoktu. Onu bırakıp gittiği için değildi adamın öfkesi; onun öfkesinin, sözünü dinlemeyen kıza olduğuna inanıyordu. Kendisinin Maya Efnan olmasıyla bir ilgisi yoktu. Aynı şeyi yapan kim olursa olsun, Kumral böyle davranacaktı. Ama durum onun için öyle değildi. O, o gün, o tren vagonunda Kumral'ı değil de başkasını bırakıp gitseydi ihanetle suçlamazdı kendisini, her kahrolası gün pişman olup sabahın ilk ışıklarına kadar pencere kenarında beklemezdi geceyi, izlemezdi dolunayı.

Dudaklarından istem dışı bir inilti kaçtı. Farkında olmadan parmaklarının arasında sıktığı dikenli teller avucunda bir kan gölüne neden olmuştu.

Adamın buz gibi soğuk eli, bileğini kavrayıp diğer eliyle de sıktığı yumruğu açtı. İnadına yapar gibi parmağını kesiklerden birinin üzerine bastırıp daha fazla kan akmasına neden oldu. Kız, gözlerini ondan ayırmadan çektiği acıyı gizlemeye çalıştı. Ama o, yarasının üzerine bastırmaya devam etti.

"Ne zaman benden kaçsan bu canını yakıyor," dedi bir anayasa maddesini okur gibi ciddi bir ifadeyle. "Daha da yakacak."

Karamel rengi gözlerini gururla, onun zavallı gözleriyle buluşturdu. Bir an bile gözünü kırpmıyor, her saniyesini ona meydan okuyarak geçiriyordu.

Kız, ona doğru döndü, ne yaptığını bilmiyordu, tamamen düşünmeden hareket edip acıyı göz ardı ederek kollarını adamın buz gibi soğuk boynuna sardı. Başını omzuna yaslarken hiç kıpırdamadan bekledi. Bu beklenmedik yakınlaşma, ikisine de aykırıydı ama dokunduğu anda kendini gösteren çekim, çarpışma, ikisinin de ortak olduğu tanıdık bir histi.

Adamın kolları iki yanında sallanmaya devam etti. Maya Efnan o kolların bir daha kendisine sarılmayacağını, bir daha Kumral tarafından asla kabul edilmeyeceğini biliyordu. Yaptığı veya yapacağı hiçbir şey, dileyeceği hiçbir özür ettiği ihanetin önüne geçmeyecekti. "Tamam, sarılmasaydı olurdu bir daha ama itmeseydi de," diye düşündü. İkisinin de bir daha birbirini affetmeyecek olması yaralayıcıydı. Fetih Yargıcı, hiçbir çaba sarf etmeden omuzlarından iterek, kızın ellerinin kucağına düşmesine neden oldu. Bir süre daha gözlerine bakıp ağlamasını bekledi kızın; gözleri o kadar dolmuştu ki, ne kadar kendini tutmaya çalışsa da ne kadar dirense de istem dışı akıyordu yaşlar. Canı acıyordu, kızgındı, kırgındı.

Elinin tersiyle gözlerini sildi. Kimsenin kendisini ağlarken görmesini istemiyordu Maya Efnan, onun karşısında bu kadar zayıf düşmek kendinden nefret etmesine neden oluyordu. Bir an için adamın bakışlarında da aynı kafa karışıklığını gördüğünü sandı, aynı sorgulayıcı ifadeyi. O da günün sonunda neden sadece ikisinin yan yana geldiğini merak ediyor olmalıydı.

Ben kimdim? O kimdi? Biz kimdik?

Cevabı biliyordu.

"İşte, biz artık buyuz," dedi kız. Hissettiklerinin aynası gibi, aynı şeyleri yansıtıyordu gözleri. "Biz artık, birbirinin karşısında duran iki katilden ibaretiz."

Dila'yı yalnızca o öldürmemişti. Dila'nın başına gelenler kendisinin de suçuydu.

"Evet," dedi Fetih Yargıcı. "Bunu anlamış olman iyi. Çünkü güzelim, tetiği çeken ben de olsam, o kurşunları dizen sendin."

Yüzünde saf bir nefret can bulmuştu Yargıcı'nın. Nefret tohumunun bir insana neler yapabileceğini biliyordu. Düşünüyordu, duyuyordu, görüyordu, yaşıyordu.

"Hadi bana meydan oku, hadi herkese yaptığın gibi beni de al karşına, hadi bana karşı çık." Başını yere eğerek gözlerini hiddetle kıstı. "Hadi beni biraz daha kışkırt da siktiğimin akademisinde adını dahi bilen herkesin nefesini keseyim. Hadi!"

Midesinde buz gibi bir düğüm oluştu kızın. Fetih Yargıcı, bütün dünyanın biletini kesiyordu. Adamın sesi yükseldikçe, kız, olduğu yere çakılmış gibi nefes dahi almadan bir kez daha varlığına lanet etti.

Ona açıklama yapmayacaktı, konuşmayacaktı. Maya Efnan'ın da, artık tüm anlamını yitiren, artık umudunu tüketen ve artık tamamen karanlığında kaybolduğu adama karşı kulakları sağırdı. "Hiç kimsenin olamadığı kadar karanlıksın sen," diye fısıldadı kurumuş dudaklarının arasından.

Ruhunun canı yanıyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu Maya Efnan'ın. Başak tarlalarının boyu kadar uzun olan kırları ya da alacakaranlıkta ılık bir rüzgârın tenini okşamasını hayal etmeye çalıştı. İçinden defalarca ismini tekrarlayıp durdu. İsmi, kim olduğu, sevdiği ve hayal ettiği her şey, titreyen ruhuyla birlikte, birbirine iliklenmiş kemiklerinin arasından sızıyormuş gibi hissetti. Neredeyse tamamen koyuvermişti. İçinde bulundukları hava ağırlaşmaya başladı. Derin derin soluklanmaya çalıştı.

Bana ne yapıyordu... Bana ne yaptığını bilmiyordum.

Düşünceleri birer kördüğümdü. Nefesi kesilmişti. Bilincinin kapandığını hissettiği dakikalarda omuzlarına düşen bir sıcaklık hissetti. Sonra ayakları yerden kesilmiş, adamın unutmadığı kokusu çehresini sarmalamıştı.

"Hiç kimsenin kalamadığı, kimsenin başaramadığı kadar çocuksun sen," dedi. Ve bilinci tamamen kapanırken hayal meyal hatırladığı kelimeler ruhuna kadar işledi. "Ben seni, bir daha gitmen için getirmedim Efnan."

GECENİN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin