18. BÖLÜM

15.1K 1.2K 2.2K
                                    

18. BÖLÜM: KÖŞE KAPMACA

Yağmur camları dövüyordu. Hava beklenmedik şekilde bozmuştu. Pencereye çarpıp geri seken su tanelerinden gözlerimi alamıyordum. Fırtınaya karşı ayakta kalmaya çalışan cam yüzeye odaklanmaya devam ettim. Yeterince güçlü müydü? Hangi âna kadar gelen şiddete karşı koyabilecekti?

Ben nereye kadar bütün olanla karşı koyabilecektim?

"Kendini toparla. İhtiyacın olan şey içinde bir yerlerde. Zaten sende olan bir şeyi dışarıya çıkarmaya çalıştığımızı unutma." Bu sarayın içinde de kaldığımız yerden pratiklere devam ediyorduk. Bu konuda ne kadar ilerlersem kazanma şansımız o kadar artacaktı. Konuk bölümünde olduğumuz için rahat hareket edebiliyorduk ama dikkati elden bırakamazdık da.

Pars bir adım daha yaklaştı. Söylediğini onaylayıp bir kez daha denedim, gözlerimi sımsıkı birbirine kenetleyip Pars'ın zihnine gözlerini görmeden ulaşmaya çalıştım. Bu sandığım kadar ya da umduğum kadar kolay değildi. Neredeyse benim de canımı yakıyordu ama en azından saatler sonra Pars'ın zihninin kırıntılarına ulaşmıştım.

"Bu içimdekini çıkarmaktan çok, olmayanı var etmeye benziyor artık."

Derin bir nefes alıp soluklanmak için sırtımı duvara verdim. Avuçlarımın içi karıncalanmış, ensem uyuşmuştu. Bunlar Avcı olduğumu öğrendiğim ve ormana girdiğimden beri peşimi bırakmayan dürtülerdi. Bu bir Yıkıcı olduğuma ve bunu yapabileceğime dair, var oluşumuzda bulunan yegâne işaretti. Parmaklarımı oynatıp, bileklerimi ovmaya başladım. Bir kez daha denemek için hamle yaptığımda Pars, yine arkasını dönüp sessizce bekledi. Saat oldukça erken olmasına rağmen ben şimdiden Pamir'i özlemiştim.

"Konsantre olmuyorsun." Bu defa sesi sitemkâr geliyordu. Boğazımdaki kuraklığı dindirmek için yutkundum ve bir kez daha gözlerimi kapadım.

Bunu yapmak zorundaydım. Pamir'i istiyorsam, ona çocukluğunu yaşatmak, ona normal bir yaşam sunmak istiyorsam bunu yapmak zorundaydım.

Karanlık bedenimi ele geçirir gibi titredi. Bunun benim değil, Pars'ın karanlığı olduğunu anlamam uzun sürmemişti. İşte tam da olmamı istediği yerdeydim, zihninin derinliklerinde. Şeffaf bir bant varmış da biri olabildiğince beni oradan çekiyormuş gibi hissediyordum. Ona doğru ileri birkaç adım attım. Tüm bunlar benim değil, Pars'ın zihninde gerçekleşiyordu.

Mucizevi bir tasarım olan beyinlerimiz sanki Soğuklar'ın bedeninde daha da geliştirilmiş gibiydi. Tamamı karanlığa boyanmış bütün hücreler, onları okuyabilmem için tek tek sıraya dizilmiş komut vermemi bekliyordu. Bir anda elastik bant beni en geriye itip sert bir biçimde duvara çarpmama neden oldu. Aynı anda gözlerimi açıp Pars'ın odanın diğer ucuna savrulmuş bedeniyle göz göze geldim. Aynanın kırılma sesiyle ellerimi kulaklarıma bastırmak istedim ama sol omzumu, sandığımdan daha şiddetli çarpmış olmalıydım. Feci şekilde canımı yakıyordu. Ağzımın içinde geveleyerek söylenirken omzumun o kısmında bir morarma daha olacağına adım gibi emindim.

Yerden destek alarak ayağa kalktım.

"Ne oldu?"

Pars çarpışmadan hiç etkilenmeyerek doğruldu ve gülümsedi. "Bilmiyorum prenses, sen söyle. Beni neden öyle duvara savurdun?" Tek kaşını kaldırdı. "Ki etkilenmediğimi söyleyemem." O konuşurken benim dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Pars, karşımda bu şekilde konuşuyor olmasa birinin gelip ikimizi de duvara savurduğuna yemin edebilirdim.

"Bu nasıl mümkün olabilir?"

Sol omzum sızlayınca yüzümü buruşturdum, tenimi içten içe yakıp kavuran o ince sızı bütün bedenime yayılmıştı sanki.

GECENİN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin