CANHIRAŞ
"Şu kederli yüzüme, bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin, işte o an düşlerim aydınlanacak yine."
Victor Hugo
🫀
Bölüm 2: "Bir Fincan Kahve."
Aç gözlerini. Aç ki yaşayabilesin bu hayatı, tutabilesin bir yerinden ipin ucunu. Sen tutmazsan, onlar tutacak. Onlar, senin ölümün olacak.
Aç gözlerini...
Sıcak su tenime bir ok gibi saplanırken acısını tenimin derinliklerinde, damarlarıma ulaşıncaya dek hissediyordum. Gözlerimi açıp başımı geriye doğru yatırdım ve başlıktan damlayan su damlalarının saçlarımdan aşağıya bir ip gibi akmasını sağladım. Gözlerim dolu dolu, duş kabininin camları buğuluydu. Görüş alanım buhardan oluşuyordu yalnızca. Göz pınarlarımda biriken yaşlar, damlaların arasında hiç yabancılık çekmeden bir yolculuğa tutunuyor ve zemine kadar ulaşıyordu bedenimin üzerinden.
Ellerim, tenimde başka hiçbir elin dolaşmasına müsaade etmeyecek güçte tüm bedenimi tavaf ediyordu. Sanki bu güç gösterisini zihnime kanıtlamanın peşindeydi. Zihnim ve bedenim arasındaki savaş yıllardır içimi zehirliyordu. Vücudumdan akan köpük mü temizleyecekti beni? Ya içimdeki pislik? Ya kalbime işleyen kötülük ne olacaktı? Onu ne temizleyecekti? Yüreğimdeki burukluğu hangi merhem giderecekti?
Nabzımın yavaşladığını hissetmeye başladığım an, elimi musluğa uzattım ve tek hamlede aşağı indirerek sıcak suyu kapattım. Buharın arasında kalmıştım. Vücudumdan hâlâ akmaya devam eden su yavaşça terk ederken bedenimi, duş kabininin iki sürgüsünü tutarak aynı anda kenara çektim ve banyonun soğuğuyla bedenimi bütünleştirdim. Tam karşımda duran lavabonun buğulu aynasındaki yansımamda, yarı yarıya gördüğüm çıplaklığımla bir süre bakakaldım kendime.
Ne kadar da korkak duruyordum, kendime karşı bile.
Başımı kendime katlanamazcasına iki yana sallayarak kabinin içinden çıktım. Çıplak kalmaya daha fazla tahammül edemediğim için saniyeler içerisinde kurulanmış, saçımın nemini alıp havluya sarmış ve üzerimi giyinmiştim. Gri pijama takımımı giymiştim, erkeksi bir takımdı fakat içinde çok rahat ederdim. Babamla yaptığımız birlikte uyuma günlerinden kalan pijamalarımdandı. Bendeki kıymeti çok büyüktü, mutlu günlerimdeki huzurlu uykularımın bir yansımasıydı.
Kaşlarımı kaldırıp indirdim bu acı farkındalıkla. Aynanın karşısına geçip tek elimle buğusunu sildim ve gözlerime bakabileceğim kadar bir aralık açtım kendime.
"Merhaba," dedim bir başkasıyla muhabbet ediyormuşçasına. "Sana bu dünyada zarar vermeyecek tek kişi benim. Bunu unutma, olur mu?" diye sorup yaşaran gözlerim, sıcak sudan dolayı kızarmış yanaklarım ve titreyen dudaklarımla kendime tebessüm ettim. Ardından işaret parmağım ve orta parmağımın uçlarıyla aynadaki yanağımı sevdim.
Yüzümdeki acı ama umut vadeden tebessümü silmeden banyonun kapı kilidini açtım ve kendimi koridora atıp hemen banyo kapısının sağ çaprazında bulunan odama girdim. Bembeyaz duvarları vardı. Ahşap penceresi ve pencerenin tamamını kapatan beyaz tülün ardına gri fon perdesi asılmıştı. Teyzeme çok fazla eşya istemediğimi söylemiştim. Bu yüzden odamda bir yatak, bir komodin, bir giysi dolabı ve bir kilim vardı. Biraz boş gözüküyordu ama bunu seviyordum.
Ayaklarımı yere sürte sürte yatağıma kadar ilerledim ve yastığımın yanı başına oturup dün gelir gelmez komodinin üzerine yerleştirdiğim anne ve babamla olan fotoğrafı aldım ellerime. Çerçevesini tutup diğer elimle yüzlerini okşadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÜVEYDA
Teen FictionBir acı ne kadar sürer? Hiç çocuk olamamış bir kalbin yası kaç günde biter?