Bölüm 8: Karan ve Karya

1.1K 79 27
                                    

CANHIRAŞ

"Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin."

Sabahattin Ali

🫀

Bölüm 8: "Karan ve Karya."

Sarıl ona. Umudunu bulmuş, inancını tazelemiş gibi sarıl. Ürkek yüreğine sarılır gibi incitmeden sarıl.

Sarıl ona...

Gözlerim kapalıydı ama zihnim tüm ışıklarını yakmıştı. Karan'ın oturma odasındaki L koltukta yatıyordum. Başım yastığa gömülüydü, üzerimde beyaz bir pike vardı. Aklımda dönüp duran düşünceler işkence ediyordu bedenime. Hayatımın daha ne kadar böyle süreceğini düşünüyordum saatlerdir. Ne yapacaktım ben böyle? Nasıl başa çıkacaktım bunca şeyle? Bu savunmasızlıkla nasıl koruyacaktım kendimi?

Ölebilirdim. Evet, bunu yapabilirdim. Şimdi bir hışımla ayağa kalkıp mutfaktan aldığım bir bıçakla hayatımı sonlandırabilirdim. Dışarı çıkıp kendimi bir arabanın önüne atabilirdim. Ya da hiç yorulmadan yalnızca balkona çıkardım, kendimi boşluğa bırakır ve nefesimi keserdim. Ölmek kolay olandı. Peki, ben niye ölemiyordum? Babama verdiğim söz niye bir halat gibi bağlanmıştı ayaklarıma da ölüme yürüyemiyordum?

Aslına bakarsak, bir ölüden farkım da yoktu. Eğer öldükten sonra bir daha bu dünyaya gelemeyeceksem çok şeye geç kalmıştım ben. Çok şeyi kaçırmıştım. Hiç uçurtma uçurmamış, pikniğe gitmemiş, gönlümün istediği gibi gün boyu dolaşmamış, sinema salonlarından birine girip ağlayarak çıkmamış, tiyatroya bile gitmemiş, bir bitki büyütmemiş, bir hayvan sahiplenmemiş, bir canlıya değer vermemiştim.

Bu kötü hayatın belki de en güzel yanlarından biri olan aşkı hiç tatmamıştım. Ben, hiç âşık olmadan göçüp gitmiştim bu dünyadan.

Benim hiçlerim ne çoktu böyle! Ne çok hiçim vardı da çoğum yoktu!

Bu düzene başkaldıramıyordum. Birinden yardım da beklemiyordum yeniden hayata dönmek için. Çünkü biliyordum ki insanın kurtarıcısı kendisinden başkası değildi. Burukça gülümsedim ve soyulan dudaklarımın son emaresini de dişlerimle kazıyarak yok ettim. Tırnaklarımı yattığım kanepeye geçirdiğimde canımın acısını hissetmiştim.

Benim acım bile bu kadar görünürken insanlar, neden körebe oynuyordu benimle? Neden gözlerinin önüne bir bez bağlıyor ve geçip gidiyorlardı yanımdan? Neden kimse görmüyordu beni? Niçin kimse duymuyordu sesimi? Öylece bakıyorlardı... Fakat bakmak ve görmek çok ayrı şeylerdi. Ben, görülmeyenlerdendim.

Üzüntüyle aktı yaşlarım yastığa. Ben, babamın yerine bile yaşayamamış aciz bir kızdım, fazlası değil.

Yıllardır gördüğüm sanrılarla boğuşuyordum. Herkes bana deli muamelesi yapıyor, anne ve babamın ölümünden sonra kafayı yediğimi düşünüyorlardı. Hiçbiri bilmiyordu. Hiçbiri, yaşadığım felaketin bana bıraktığı ölüm kokusunun midemi nasıl bulandırdığını bilmiyordu. Sanrılar görüyor, olmayanı var sanıyor, deyip geçiyorlardı.

Oysa benim gördüğüm her şey gerçekti. Her şeyiyle gerçekti. Yaşamak ise sanrı...

Babam yaşamamı isterken bunu kastetmemişti. O, bile bile böyle bir ateşe atmazdı beni. O, her akşam eve gelince saatlerce dizlerine yatırıp saçlarını okşadığı Karya'sına bunu yapmazdı. Böyle bir acıyla boğuşacağımı bilse, beni ölümün kollarından alıp kendini feda etmezdi.

SÜVEYDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin