(Emily)
-Emily...
Etrafıma bakındım, bulunduğum şato salonu tamamen bom boştu.
-Emily...
Ses hem çok yakından hem de kafamın içinden geliyor gibiydi.
-Emily, güzel çiçeğim.
Omzuma konulan el ile hemen arkamı döndüm. Bana güzel çiçeğim diyen yalnızca iki kişi vardı.
-Anne! Baba!
İkisine de sıkıca sarılırken annem saçlarımı okşuyordu.
-Sizi çok özledim, ama nasıl buradasınız?
-Az sonra anlayacaksın. Şimdilik bunu boş ver. Nasılsın? Kendine iyi bakıyorsun değil mi?
-Evet. Ben iyiyim.
-Peki ya intikam?
-Ne?
-İntikamımızı alıp gerçeklere ulaşacaksın değil mi?
-Alacağım, hayatıma mal olsa bile alacağım.
Annem gülümsedi.
-İntikam için kendini yorma. İnsanlarla iyi geçin ve hep gülümse. İnsanlara neşe saçan biri ol.
Ona öyle olmadığımı, herkesten nefret ettiğimi ve bir an önce onların yanına gelmek istediğimi söyleyecektim ama bunun yerine sadece gülümsedim.
-Peki.
-İşte benim güçlü kızım. Diğer tarafta seni bekliyoruz, gelmek içim acele etme.
Nefes nefese uyandığımda bana dokunmaj üzere olan eli tuttum.
-Ne var?
Elini tuttuğum hizmetçi irkildi.
-Kahvaltı...Kahvaltı hazır ve efendi size haber vermemi istedi.
-...Saat kaç?
-Sekizi çeyrek geçiyor.
-Anladım, geliyorum.
Bileğini bıraktığımda ovuşturdu.
-Kusura bakma.
-Hayır hayır asla kusura bakmam, sadece hayran kaldım.
-Hayran mı kaldın?
-Evet, oldukça derin uyuyordunuz ve buna rağmen size dokunmaya çalıştığımda direkt elimi tuttunuz. Bu inanılmaz!
kız birden kendine gelmiş gibi utandı.
-Özür dilerim, çok heyecanlandım.
Telaşlanmasına güldüm ve elimi uzattım.
-Emily Gomez.
Bir kaç saniye şaşkınlıktan bir şey yapamasa da en sonunda elimi tutup sıktı.
-Crista Sweet.
Dışarıdan biri Crista'ya seslendiğinde elini çekti ve gülümsedi.
-O zaman iyi günler hanımefendi.
-Adımı biliyorsun.
Odadan çıkarken mahcup bir ifade ile gülümsedi ve el salladı.
-Görüşürüz Emily.
Crista odadan çıktığında yataktan kalktım ve yorganın altında tuttuğum elimde olan hançeri bıraktım. Onun ise ölüme ne kadar yakın olduğunu bilmesine gerek yoktu. Odamda ki banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. Düne kıyasla bu gün çok daha iyi görünüyordum. Saçlarımı düzeltip banyodan çıktım. Dolabımdan siyah bir pantolon, siyah bir bluz ve bir çift bot çıkartıp giydim. Bıçaklarımı kıyafetlerin bazı bölmelerine sakladım ve yemek salonuna ilerledim. Tüm ekip gelmişti ve üçerli gruplar halinde oturuyorlardı. Sadece Dylan tam ortadaki iki kişilik masada tek başına oturuyordu. Üzerimdeki bakışlara aldırmadan masaya ilerledim. Sanırım şu ana kadar kimse Dylsn ile oturmamıştı. Karşısına oturduğumda gülümsedi.
-Günaydın.
-Günaydın.
-İyi uyuyabildin mi? Umarım ki kimse seni rahatsız etmemiştir.
-Hayır, gayet iyi uyudum.
Tabağıma iki dilim kızarmış ekmek aldım ve üzerine reçel sürdüm.
-Teklifimi düşündün mü?
-Evet.
-Ve?
-Kabul ediyorum.
-Güzel, o zaman-
-Lakin bir şartım var.
-Nedir?
Uzak bir masada kahvaltı eden Sam'e baktım.
-Onu bizzat eğitmek isityorum.
Göz ucu ile Sam'e baktı.
-Sam? Eğer istersen eğitilebilecek daha iyi adamlarım var.
-Hayır, onu istiyorum.
-Tabi, sen bilirsin.
-O zaman anlaştık.
-Elimi uzattıığımda o da uzattı ve elimi sıktı.
-Anlaştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAELAND'IN GÖLGELERİNDE
AksiyonO her şeyini kaybetmişti. Annesini, babasını, arkadaşlarını, yaşama sevincini, insanlara olan güvenini, umudunu. Onu ayakta tutan tek bir şey vardı. Hala ilk günkü gibi canını yakan, onu geceleri göz yaşlarına boğan olay. Bir gece ansızın öldürülen...