Uzun zamandır kendimi bir okyanusun dibinde gibi hissediyordum. Sürekli nefessizdim. Bileğime takılı bir pranga beni tutmuş, bırakmamaya yemin etmiş gibi davranıyordu. Olduğum yerde debelendikçe daha da çok battığımı düşünüyordum. Şansa, arada bir şeyler hatırladıkça yüzeye çıkıp nefes almaya çalışıyordum. Fakat tekrar suyun karanlığına gömülünce durumumun ne kadar da içler acısı olduğu yüzüme tokat gibi çarpıyordu.
"Hanımefendi, iyi misiniz?"
Boğuk bir ses kulaklarıma çarpıyordu. Titreyen nefesim yaslandığım asansör duvarına doğru çarpıyordu. Hızlı bir şekilde dolduruyordum ciğerlerimi. Gözlerimi zorla açık tutmaya çalışıyordum. Sanki kendimi salıp birkaç saniye gözlerimi örtsem, bir daha hiç açamayacak gibi hissediyordum.
"Hanımefendi?"
Yavaşça sesin geldiği yöne doğru çevirdim başımı. Otuzlarında olan bir adam eğilmiş endişeli gözleriyle beni inceliyordu.
"İyiyim." dedim kısık bir ses tonuyla. Fısıldar gibi söylemiştim. Beni duyup duyamayacağından bile şüpheliydim.
Yaslandığım duvardan destek alarak doğruldum. Neyse ki fazla kötü durumda değildim. Yektanın beni öptüğünü hatırladığım o zamanki gibi değildim.
Asansörün kapısı açılana kadar boşta olan elimi göğsüme yaslayarak normale dönmeyi bekledim. Güçlü olmayı seçiyordum. Hatırladığım o anı şimdilik düşünmeyi reddediyordum. Çantamdaki güneş gözlüğünü takıp bir süre daha yüzüme taktığım o görünmez maskeyi çıkarmadım.Şirketten çıktığımda, bu sabah konuştuğumuz gibi ilk önce bir taksi çevirmiştim. Birkaç sokak öteye kadar gitmeyi teklif ettiğim taksi şoförü, duyduğu gibi reddetse bile taksimetrede yazanın üç katını vereceğimi duyduğunda kabul etmişti. Sorunsuz bir şekilde vardığımızda acele davranmaya başlamıştım. Anlaştığımız miktara yakın bir parayı çantamdan çıkarıp uzattım.
"Üstü kalsın."
Eteğime dikkat ederek taksiden indim. Sokağın karşısında kalan siyah arabaya hızlı adımlarla varıp ön koltuğa yerleşirken elimdekileri bir hışımla arka koltuğa fırlattım. Her iki taraf da daha tek kelime dahi etmeden bir anda Yektaya sıkıca sarıldım.
"Feris, bir şey mi oldu?"
Kollarımın altında kalan Yektanın kasıldığını hissedebiliyordum. Sesi endişeli geliyordu. Gözlerimi kapattım. Bir süre için de olsa her şeyden uzak kalmak istemiştim. Sanki bir tek bu dünyada ikimiz kalmışız gibi hissetmek istedim.
"Kötü bir şey mi oldu?"
"Biraz daha böyle kalabilir miyiz?"
"Beni korkutuyorsun."
Burnumdan sertçe bir nefes verdim. Gözlerimi açtığımda aniden geriye çekildim ve sinirli bakışlarımı Yektaya yönelttim.
"Belki sadece sana ihtiyacım var. Sarılmak istememin neresi korkutucu?"
Belli ki bu cevabı beklemiyordu. Çünkü hiç kendini saklamaya özen göstermeden afalladığını açık etmişti. Gözünü kırpmadan bana bakıyordu.
"Öyle demek istemedim."
"Ne demek istedin?"
Bir süre daha aynı şekilde kaldı. Daha sonrasında önüne dönüp hızla elleriyle yüzünü sıvazladı. Kendine gelmeye çalışır gibi bir hali vardı.
"Bu haline alışamıyorum." diyerek göz ucuyla bana baktı. "Alışacak gibi de değilim."
Kaşlarımı çattım. Garip olan neydi? Her insanın yaptığı gibi masumane bir şekilde sarılmak istemiştim. Kalkıp da beni öpmesini istemişim gibi garip davranıyordu. Fakat daha sonrasında duraksadım. Hem arkadaş hem de sevgili olmayan iki insan için durumlar sandığımdan daha değişik olabilirdi. Bu konu hakkında hiçbir şey bilmeyişim işi zora sokuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EHVENİŞER
General FictionAşkını özgür bir şekilde yaşayabilir mi ki her insan? Ben Feris. Fırtınadan kaçan kurumuş bir yaprak gibi savrulup durdum hep. Umudun tükendiği o ince çizgide birçok kez dans ettim. Hayatımın dönüm noktasının başıma gelebilecek en kötü şey olduğunu...