Rüya için herkes bir şeyler yazıp çizmiştir. Ancak insanlar, rüyaların sırlarını henüz çözebilmiş değillerdir. Rüya, ölümle yaşam arasında geçen ve insanları ötelerin ötesine götüren bir gerçekliktir. Bir araftır aslında. Yaşam ve ölüm arasındaki geçici bir araf. Hiç tanımadığınız ve hayatta dahi karşılaşmadığınız kişileri, nesneleri rüyamızda görebiliriz. Ya da öyle sandığımız kişi ve nesneleri.
Bu bir rüyadır en nihayetinde. Gerçeklik payı olup olmaması tartışılmaya açık bir noktadır. Kimisi gerçek olduğuna, kimisi ise gerçek dışı olduğuna inanır. Peki ya ben hangisiydim?
Turuncu saçlı bir kız çocuğu, karanlık bir odanın köşesinde oturuyordu. Elindeki kirlenmiş bez bebeğe sıkıca sarılmıştı. Yüzünde korku vardı. Duvara, bir kar topu gibi büzüşerek gözlerini sımsıkı yummuştu. Etrafın karanlık olmasına yormuştum o an için. Korkma, demek istemiştim. Fakat olayın baş rolü kadar korkuyordum ben de.
Tam o sırada, karanlık odanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Kapının açılmasıyla içeriyi parlak bir ışık ele geçirdi. Küçük kız, başını korkuyla kapıdaki kişiye bakmak için kaldırdı. Yüzündeki ifadeyi çözemiyordum. Çok fazla şeyi bir arada hissediyor gibi duruyordu."Baba?"
Kız çocuğunun ince ve titrek sesi karanlık odada yankılandı. 40'lı yaşlarda olduğu belli olan bir adam bir şey demeden içeriye yavaşça girdi. Adımları, sessiz ortamda bir kırbaç gibi ses çıkartıyordu.
"Korkuyorum baba. Burası çok karanlık."
Adam yaklaştıkça, küçük kız daha da titriyordu. Yüzündeki korku, tüm hissettiklerine ağır bastı az önce söylediklerini doğrular şekilde. Saf bir korkuydu bu. Her çocuğun hissettiği duyguların aynısı olarak, su gibi duruydu her duygusu. Adam, kızın tam önünde durdu. Yüzlerini eşitlemek ister gibi dizlerinin üzerine oturdu. Tam net görülebiliyordu artık yüzü adamın. Kırışmış yüz hatlarının altında pek de iyi birine benzediği söylenemezdi.
"Korkma, küçük."
Elini, kızın ipek gibi güzel turuncu saçlarına uzattı. Ardından çenesini tuttu. Küçük kızın dili tutulmuş gibiydi sanki. Adamın hareketlerini donmuş bakışlarıyla izliyordu.
"Uykum geldi."
Başını salladı. "Ben seni uyuturum."
Adamın eli, kızın çenesinden yavaşça ayrıldı. Fakat kızın zayıf bedeninden ayrılmış değildi. İğrenilesi büyük eller, o duru ve kırılgan bedende gezmeye başladı. Küçük kız ağlamaya başladı. Saniyeler geçtikçe ağlamalar şiddetlendi, bir zaman sonra çığlıklara dönüştü. Acı dolu çığlıklara. Görüntü karardı. Sadece acı dolu çığlıklar kaldı. Çaresiz, kuş tüyü kadar da olsa bir ümit, bir umut kırıntısı arandı.
Fakat gelmedi hiç kimse. Kimse o karanlık odada ne olduğunu hiç bir zaman gelip görmedi. Yan odadaki insanlar görünmez bir tıkaç taktı kulaklarına. Kimse yardım etmedi o çaresiz meleğe. Çırpındı. Fakat ortada sadece çirkin bir adamın yüreğindeki bulunamayacak kadar küçük merhameti kaldı.
Gördüğüm kabustan çığlık atarak uyandım. Tüm vücudum bir yaprak gibi titriyor ve terliyordum. Kulağımda takılı kalan kulaklıkları çıkartıp yatağa fırlattım. Yattığım yerde doğrulduğumda etraftan soyutlanmış gibi etrafa bakıyordum. Sertçe yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EHVENİŞER
Ficción GeneralAşkını özgür bir şekilde yaşayabilir mi ki her insan? Ben Feris. Fırtınadan kaçan kurumuş bir yaprak gibi savrulup durdum hep. Umudun tükendiği o ince çizgide birçok kez dans ettim. Hayatımın dönüm noktasının başıma gelebilecek en kötü şey olduğunu...