-12-

134 22 4
                                    

Wooyoung

"Neydi o?"

"Sadece vitamin. Vücut ayakta kalmak için tükettiği enerjiyi aldığı besinlerden karşılar ama onların vücudu hem hızlı enerji tüketiminden hem de yetersiz beslenmeden dolayı çok güçsüz düşüyor. Verdiğim vitaminler besin öncesi vücudu dinlendirip temizlemek içindi. Yemekten sonra gerekirse bir kez daha yapmam lazım."

"Anladım."

Dizine yasladığım başımın üstünde, saçlarımın arasında gezen parmakları ile kendimi rahatlamış hissediyordum.

Felix aracılığı ile gördüğüm görüntüler ne vücudumu ne de zihnimi ayakta tutabilmişti. Yıkılmıştım resmen.

Benim şu an ara ara hatırladığım görüntüleri onun yer yer gerçek anlamda gördüğünü bilmek de kötü hissettiriyordu.

Hâlâ birleşik olan ellerimiz arasında ben uyuyorken gördükleri anılar şeklinde beynime dolarken gözlerimi kapadım.

Bu çok ağırdı.

Böyle kötü bir şekilde öleceğini bilmek, ölümünü izlemek. Bu gerçekten ağırdı. Taşıyamıyordum. Ama her ne kadar taşıyamıyor bile olsam öğrenmem herşey için çok daha iyi olmuştu.

Ayrıca Felix'in San'ı düşünerek ona bundan bahsetmemesi detayı da çok iyi olmuştu. Kendisinden çok çevresindeki kişileri düşünüyordu. Beni düşünüyordu. San'ı, Hyunjin'i, Jeongin'i... Herkesi.

Yapmalıydım. Gerekirse ölümü bile göze alarak herkesi kurtarmak pahasına bu göreve katılmalıydım.

Yanımdaki nefesinde hayat bulduğum sevdiğim adam yaşayacaksa onun için gerekirse ölürdüm. Çünkü bu değersiz hayatımı bir süre bile olsa değerli hâle getirmişti. Ona olan borcumu bu şekilde ödeyebileceksem ödemeliydim.

Gözümden akan tek damla yaş burnumun üzerinden kayıp San'ın bacağına düşüp irkilmesine neden olmuştu. Eğilip gözlerime düşen saçlarımı çekerek yüzüme baktı. Bende gözlerimi ona çevirdim. Ama endişeli yüzünü az da olsa gevşetmesi için dudaklarıma bir gülümseme yerleştirdim. O ise gergin bir nefes verdi.

Birden sert bir şekilde çalan kapı ile her birimiz korkuyla yerimizden sıçramıştık. Ben korku ile San'a daha çok sığınırken yanımdaki Felix'in de aynısını yaptığını fark etmiştim.

Elini beline atarak oturduğu sehpadan kalkıp silahını çıkaran Minho yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Açılan kapı sesi ve yabancı başka bir ses ile olanlara odaklandık.

"Yeosang ner-"

"Alacaklı gibi kapıyı niye çalıyorsun? İçerde, gel."

Salona silahını beline yerleştirerek giren Minho'nun ardından içeri giren kişi ile tüm bakışlar ona döndü. Jongho bu olmalıydı. O hepimizin üzerinde tek tek bakışlarını gezdirip en son koltukta hâlâ baygın şekilde uyuyan Yeosang'ı buldu. Hızla yanına ilerleyerek elini yanağına koydu. Daha sonrasında üstünkörü onu inceleyerek kendi kendine iyi olduğu kanaatine varmış olmalı ki bakışları tekrar bizde gezindi.

"Nesiniz siz?"

'Hah' nidası ile sitem eden Minho kendini tutamayarak alaylı şekilde konuşmaya başladı eski yerine oturup bacağını öne doğru uzatırken.

"Eli silahlı, insanları kaçıran bir tür tarikatız. Öyle önümüze geleni alıyor hoşumuza gitmeyince yakınını arayıp gelip almasını istiyoruz."

Söyledikleri ile hafif kıkırdadım. Jongho da kaşlarını çatarak bakışlarını Minho'ya dikti. Daha sonra tekrar Yeosang'a sonrasında çökmüş olan ben ve Felix'in üzerinde gözleri gezindi.

See Memories ~hyunlix~woosan~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin