-33-

51 10 0
                                    

"Lütfen serumunuz bitmeden çıkarmayın!"

Odadaki hemşire hem bana hem de yanımda oturan Hyunjin'e karşı uyarıda bulunmuştu. Hyunjin mahçup bir sesle hemşireyi onayladı ve odadan çıkana kadar ana karşı sessiz kaldı. Hemşire odadan çıkar çıkmaz ise ilk adımı atan Bangchan oldu.

"İyi misin Felix?"

Yataktaki kan damlalarındaydı gözlerim. Az önce neler olduğunu düşünmeykteydi aklım. Gerçekten neler olmuştu az önce? Kriz miydi ya da halüsinasyon? Gerçek olduğuna ihtimal veremiyordum çünkü gözlerimi açıp kapatmam ile odanın havası ve içindeki adam kaybolmuştu. Bayılmadığıma eminim çünkü kolumdan kan akmaya devam ediyordu. Rüya olamazdı çünkü canım yanmıştı.

Neler olmuştu?

Yanaklarım üzerinde hissettiğim parmaklar ile bakışlarım parmakların sahibine döndü. Hyunjin gözümden akan yaşları silerken endişeli bakışlarıyla beni izliyordu. Neler olduğunu merak ediyor olmalıydı. Bende öyle.

"Felix."

Bana seslenmesi ile kendime gelerek gerçekliğe dönmüştüm. Odadaki led ışığın cızırtılı sesi dahi kulağıma gelmeye başladığında anlamıştım bunu. Derin bir nefes alarak titreyen ellerimi yanaklarım üzerindeki elin üstüne yerleştirdim.

"İyi misin?"

"Bilmiyorum."

"Birkaç dakikalığına su almaya gittim. Geri dönerken çığlık sesini duydum ve odaya girdim. Titriyordun. Kolundaki serumu çıkarmıştın ve yarandan kan akıyordu. Birkaç saniye sonra uyandın zaten. Kabus muydu?"

Kelimeleri kafamı gittikçe karıştırıyor ve başımın ağrımasına katkıda bulunuyordu sanki. Gördüğüm şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Gerçek olamayacak kadar rüya ve kabus olamayacak kadar gerçekti. O adam kimdi ve neden ölümümden bahsetmişti? Ayrıca benim ölümüme daha çok vardı. Kendim dahi görebiliyordum bunu.

Ama ya değiştiyse?

Günlerdir birçok insanın ölümünün değişmesine neden oluyordum. Ya bu değişen ölümler benimkini de etkiliyorsa? Ya önceden olduğu gibi ölümüm değiştiyse? Ama tehlike geçmişti.

Değil mi?

Hızla yataktan kalktım ve elimdeki serumu bana her ne kadar uyarıda bulunsa dahi Hyunjin'i ve ya diğer ikisini umursamadan çıkardım ve onların ellerinden kaçarak dışarı çıktım. Bir lavabo bulmak için deli gibi koridorda geziyor ve bir WC sembolü görene kadar bütün kapıların üzerine bakıyordum. Arkamdan bana seslenen sevgilimi ve arkadaşlarımı umursamıyordum dahi.

En sonunda aradığımı bulmam ile hızla kapıyı açarak içeri girdim ve karşımda duran aynadan yüzüme baktım. İlk başta kararan gözlerimi birkaç defa kırpıştırarak aynaya daha çok yaklaştım ve yüzümün her bir detayını izlemeye başladım. Aynı zamanda zihnime dolan anıları da.

Oldukça karanlık bir odada karşı karşıya oturan iki beden. Karşı karşıya oturdukları sandalyede bağlı bir şekilde birbirine bakan korku dolu iki kişi.

Biri ben, biri Wooyoung.

Kendi gözümden izlediğim görüntülerde karşımda oturan bedenin gözlerinden durmaksızın korkuyla akan yaşlar ve burnundan sicimle akan kanlar. Üzerime damlayan kanlar benimde aynı durumda olduğumu kanıtlıyordu. Karanlıklar arasından bir kahkaha duyuldu. Odada duyduğumla aynı. Kanlar ve yaşlar o kadar fazlaydı ki miğdem bulanıyordu. İkisininde sonu yoktu sanki. İkisi de durmaksızın akıyordu. Biri korkuyla biri terkettiği yerin ölümüyle. Beyin.

Elimi kalbime atarak sızıyı dindirmeye çalışmıştım ama sanki acı gittikçe artıyordu. Vücudumdaki kollar beni ayakta tutmak için sıkı sıkıya sarılıydı fakat dik tutmaya çok da yardımcı değildi. Çöktüğüm yerde gözlerimdeki yaşlarla uzun bir süre hıçkırıklara boğulmuş ve korkuyla daha da yıkılmıştım. Amansız bir ölümün bekleyişinde olmanın korkusu bedenimi ve beynimi yakıp yıkmıştı bile. Kestiremediğim ölüm zamanımın peşine düşmemiştim ama son bir kaç ay içerisinde öleceğime emin olmuştum.

Beyin kanamasının önlemi yoktu. Bunu engellemenin hiçbir yolu yoktu. Ayrıca kendimle birlikte daha yeni hayatını kurtardığımız Wooyoung'u da ölüme sürüklüyordum. Bunun suçluluk duygusunun önüne geçmenin hele hiç bir yolu yoktu. Sanki beyin kanamasını ben başlatıyormuşçasına bir suçluluk vardı üstümde. Bitmek bilmeyen bir vicdan mahkemesine girmiştim. Yargılanan bendim ve hakimi lanetim. Tabi düşünmeden de edemiyordum.

Neden bir anda değişmişti ki?

Ortada hiçbir şey yokken bir anda ölümümüz neden değişmişti ki?

O adam kimdi?

Wooyoung nasıldı?

Çöktüğüm yerden endişe ile adımı sayıklayan Hyunjin'e döndüm. Sırtımda bana destek olan elini ona dönmem ile yanaklarıma çıkardı ve yaşlarımı sildi. Bana seslendiği ses tonu daha öncekilerden farksızdı. Korku dolu.

"Felix sakin ol. Sakin ol sorun yok. Herkes iyi."

Hayır değildi. Kimse benim yanımda iyi değildi. Kimse benimle beraberken güvende değildi. Bu zamana kadar yanımda olan herkesin tehlikeye girmesine neden olmuştum. Bunu yapmaya da devam ediyordum aslında. Kafamı iki yana sallayarak inkar ettiğim şeyi ona da yakınmaya başladım.

"Değil. Yanımda kimse güvende ve ya iyi değil."

Gözlerimi onunkilere çıkardım. Bana bakan siyahları bu zamana kadar gördüğüm en hüzünlü tondaydı. Onu çok etkiliyordum bu olaylarla. Onu çok yıpratıyordum. Üzerime bir lanet gibi yapışan yeteneğimle onu da kendim gibi parçalıyordum. Onu gerçekten de hakediyor muydum?

"Tamam Felix sakin ol önce."

Derin derin aldığım nefesler boğazıma batıyor ve bir türlü düzene girmiyordu. Ayakta bize şaşkın bir şekilde bakan Bangchan eğilerek koltukaltıma elini koyarak beni kaldırmaya çalışmıştı. Az da olsa ona ayak uydurarak ayaklandım bende.

"Wooyoung nerde?"

Sorumla önce bir şaşırdı ve daha sonra sorgulamadan cevapladı.

"Aynı odada. Dinleniyor."

"Onu görmem lazım."

Adımlarım kapıya doğru ilerlemeye başlayınca kollarıma daha sıkı tutundu.

"Seninde dinlenmen lazım."

Onları dinlemeden inatla kapıya yürümeye devam ettim. Kolumu çekiştirerek kapıya vardım ama çıkmama kalmadan Hyunjin tuttu tekrardan kolumu.

"Felix dur artık. Lütfen biraz dinlen. Bizi de endişelendiriyorsun."

Onunla tanıştığımdan bu yana mutluluktan çok sorunlar ve endişeden başka bir şey verememiştim ona. Hep bir tehlikeye sürüklenmiş ve dinlemeden onu da bu işlerin içine sürüklemiştim. En başından yanlış yapmış olmalıydım. Sessiz bir şekilde onu kurtarıp yoluma devam etmeliydim. Hislerime kapılarak kendim gibi onun da hayatını mahvetmemeliydim.

Onunla yaşadığım anılar için pişman değildim. Yine olsa yine yapardım. Ama o kadar bencildim ki yaşadığım bu iğrenç hayata onu da dahil etmiştim. Dahil etmekle kalmamış yaşadığım bütün duyguları ona da yaşatmıştım. Kurtulmak istediğim korkuları onunla yıkacağımı düşünmüştüm bencilce ama tek yaptığım aynı korkuları onada yaşatmak olmuştu.

Ben Hyunjin'i haketmiyordum. Bunları yaşatmaya ve üzmeye hakkım yoktu. Bencil davranmaya hakkım yoktu. Düşüncesiz davranmaya hiç hakkım yoktu. Sessiz bir şekilde bu yaşama son vermeliydim sadece. Başkalarını da benim gibi bu yola çekmektense ya sessiz bir şekilde yanımdaki ölü bedenlerle yolumda ilerlemeliydim ya da o yolu değil kendi hayatımı bitirmeliydim.

"Özür dilerim."

Tek yapabildiğim gözlerinin içine pişmanlıkla bakarak mahvettiğim hayatı adına basit bir özür dilemekti tabi. Daha sonra yaklaşıp dudakları üzerine uzun bir öpücük kondurmak.

See Memories ~hyunlix~woosan~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin