-26-

71 11 2
                                    

"Bizi de götürür müsün? Yakınlarda bir restoranda yemek yiyeceğiz. İşler bittiği zaman orada olmak istiyorum. Herhangi bir sorun olursa da yakında durmak en iyisi."

Oflayarak kafa salladı Hongjoong. Çıkan ikilinin ardından ben ve San da her iki evi kontrol ederek çıktık. Kafamızdaki kapüşonlu ve şapka sayesinde az da olsa rahat bir şekilde kafamız yerde binanın arkasına yönelerek hızla Hongjoong'un sivil polis aracına bindik. Yirmi dakikalık yolculuğun ardından bizi mekanın çaprazında olan restorandın ara sokağında bıraktı ve yoluna devam etti. Ne çok şık ne de çok sıradan olan restoranda giriş yaparak cam kenarı bir yere geçerek çaprazdaki mekanı ve yanındaki binanın giriş sokağını rahatça izlemeye başladık. Aradan neredeyse yarım saat geçmişti ama Felix'lerden bir haber yoktu. San ile beraber noodle söylemiştik ama önümüzdeki çoktan hamurlaşan noodledan bir kaşık bile yememiştik gerginlikten.

"Sence uzak durmak ne kadar mantıklıydı?"

"Wooyoung olayların dışında durmak sesin yaşamın için önemli. Lütfen."

Gerginlikle salladığım bacağıma uzandı ve elini koyarak sakinleşmemi sağladı.

"Her şey yolunda olacak?"

Çok kötü hissediyordum.

İçimde asla ne olduğunu bilmediğim bir his vardı ve bu his hiçte iyi değildi. Aksine beni yiyip bitiriyordu.

Telefonumdan Hyunjin'e mesaj atmıştım. Ekrana bakarak geri dönüş yapmasını bekledim ve istediğim dönüş gelmişti.

"Park Ki Sang hâlâ Changbin ile konuşuyormuş. Birçok şeyi itiraf etmiş ve oldukça sinirliymiş. Yanında iki adamı ve aşağıda onu bekleyen birkaç adamı daha varmış."

Söylediklerim ile San bu defa elimi tuttu sıkıca.

"Bak gördün mü? Her şey yavaş yavaş çözülür. Biraz daha rahatla."

Kafamı salladım ve gerginlikle önümdeki kaseden biraz noodle aldım. Gözümü ayırmadan mekanı izlemeye başlarken önümdeki kaseyi bitirmiştim. San arada benimle konuşarak sakinleşmem için birkaç iyi cümle sarfediyordu ama bu içimdeki kötü hissin geçmesine neden olmuyordu. Aksine zaman geçtikçe artıyordu. Aradan neredeyse yarım saat geçmişti ama kimseden ses seda yoktu. Dayanamayarak Hyunjin'e mesaj attım ama bana dakikalarca geri dönüş yapmadı. Bende Seungmin'i aradım.

"Efendim."

"Felix'lerden haber var mı?"

Soluklandı. Sanki kendini sakinleştirmeye çalışır gibiydi.

"Park Ki Sang yarım saat önce evden çıkmış onu bekliyoruz."

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Çekindiğim soruyu sormak için yutkundum ve dudaklarımı yaladım.

"Changbin?"

"Bir şey söylemediler. İyi diyip geçiştirdiler ama bir şey olduğunu biliyorum. Ah kafayı yiyeceğim."

"Tamam. Tamam sakin ol. Herşey neredeyse bitecek."

"Ya buraya gelmezse Wooyoung. Onu bekliyoruz ama ya o eve gidip yattıysa?"

"Plakasını biliyorum dedin? Araç takibi falan yapamıyor musun?"

"O şirket güvenlik yasası gereğince suç ve yakalanabilirim."

Sesli bir şekilde nefeslendi ve devam etti.

"Ama neyse kimin umrunda ki? Hemen bakıyorum."

Kulağıma gelen tuş sesi ile birkaç dakika sonra Seungmin'in sesini duydum.

"Aracını buldum ve... Bir dakika? Park Ki Sang'ın aracı burada? Ama kendisi nerde?"

Bir süre sessizlik oldu. Camdan dışarıya bakmaya devam ederken sokağa giren güneş gözlüklü ve şapkalı kişi ile kaşlarımı çattım.

"Seungmin geldi. Bu o olmalı. Uzun, güneş gözlüğü, uzun ceketi ve şapkası var."

Birkaç dakika sonra Seungmin'in sessiz ve hızlı sesini duydum.

"Hongjoong resmini çek hemen. Wooyoung kapatmam lazım diğerlerini aramalıyım."

Kafamı salamam ile kapandı telefon. Hâlâ gözüm dışarıdaki mekandayken San'ın sesini duydum.

"O muydu?"

"Evet."

"Bir sorun var mı diğerlerinde?"

Omuzlarımı kaldırarak bilmediğimi belirtirken Seungmin'e söylemek istemediğim düşünceleri ona yansıttım.

"Changbin'in durumu belli değil. Yaralanmış olmalı."

Kafasını ellerinin arasına alarak gözlerini kapadı. Mental olarak o da çok kötü bir durumdaydı. Herkes aynı durumdaydı ve kim kime ne diyeceğini bilmiyordu. Bekledik. Uzun bir süre daha bekledik. İçerde Yeosang çoktan sarhoş olmuş olmalıydı ve tek umudumuz Park Ki Sang oradan çıkmadan önce Yeosang yemine düşmeleriydi.

Gözlerimi kapatarak ağrıyan başımı elimle ovaladım. Hissettiğim hareketlilik ile kafamı kaldırarak ayaklanan San'a baktım.

"Lavaboya gidip geleceğim."

Kafamı salladım ve başımı ellerimin arasına geri yerleştirdim. İçimden bir sorun olmaması için tanrıya dua etmekten başka bir şey gelmiyordu aklıma.

Çalan telefonum ile bir haber umuduyla elime aldım ama gördüğüm yabancı numara ile saate baktım. Saat bire geliyordu ve bu saate arayan kimdi? Bizimkilerden biri olmalı düşüncesi ile açtım telefonu. Ama hiç de ummadığım biri çıkmıştı.

"Hemen ordan çıkıyorsun ve buraya geliyorsun yoksa seninde buraya soktuğun o polislerin de kafasına teker teker sıkarım. Ha anlamadıysan şöyle söyleyeyim gerekirse burayı ateşe veririm. Anladın mı?"

Korku ile kocaman açılan gözlerimi çaprazımdaki mekana çevirdim. Kalbim korku ile atmaya başlarken planımızı nasıl anladıklarını anlamaya çalışıyordum. Ama bunu bir kenara koyarak diğerlerini düşünmeye başladım. Daha iki günüm vardı ama ölümüm değişebilirdi. Tabi gitmezsem içerideki manyaklar gerçekten de dedikleri gibi o binayı içindeki herkesle birlikte ateşe verebilirlerdi.

Dolu gözlerimi arkama çevirerek San'ın gittiği yola bakarak içimden binlerce özür yağdırdım. Daha sonra ise telefonumu da alarak restorandan çıkarak hızla mekana koştum. İçeriye girerken birkaç defa çalan telefonumu kapatma tuşuna basarak meşgule attım. Ama sonrasında aklıma gelen şey ile telefonu açtım ve hoparlöre aldım. Telefonu cebime atarak sessiz olmalarını dileyerek ilerlemeye başladım.

Burada olmamam gerektiğini biliyordum ama başka çarem yoktu. Gözlerimden birkaç damla yaş dökülürken dans eden insanları geçerek içeri girdiğim andan itibaren bakıştığım Raw'ın yanına adım adım yaklaştım. Yüzündeki sinir bozucu gülümseme sinirlenmeme neden oluyordu ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Yanına gittiğim an gördüğüm manzara ise bir an nefes almamı engellemişti. İki kolunu açarak yaslandığı uzun bar masasının üzerinde bir tarafında Yeosang bir tarafında ise Jisung baygın bir şekilde yatıyordu. Gözümdeki yaşlar artarken onları bulanık görmeye başlamıştım.

"Arkadaşlara içeri kadar eşlik edebilir misiniz?"

Her iki yanında duran uzun boylu adamlardan biri Yeosang'ı biri ise Jisung'u kucağına almış ve arka tarafa doğru ilerlemişlerdi. Bende hızla onların arkasından ilerlemeye başlamıştım. Bahsettikleri gibi diğer bina ile olan bağlantılı duvar uzun ve geniş bir koridor şeklindeydi. Arkamdan gelerek kolumdan sıkıca tutan Raw'ı umursamadan gözlerimle Jisung ve Yeosang'ı takip ettim.

Geçtiğimiz uzun koridorun ardından önümüze çıkan merdivenler ile birkaç kat yukarı çıktık. Daha sonra başka bir koridordan daha geçerek büyük bir odaya vardık. İçeriden sesler geliyordu ama yanımdaki Raw kapıyı çalarak açtı ve hepimizin içeri girmesini sağladı.

"Geldi."

See Memories ~hyunlix~woosan~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin