Berkan'ın yanında getirdiği şu çocuk, onunla aynı sınıftaymış. Biraz kendinden bahsettiğinde onu sıkılmadan dinleyebilmek için kendimi zorlamam gerekmişti. ''Adım ne demiştin?'' diye sordum O uzun uzun bir şeylerden bahsettikten sonra. ''Koray.'' dedi, söylediklerinin bir gramını bile umursamadığımı fark etmişti. Elimdeki boş bira şişesini orta sehpanın üzerine koymadan önce yayıldığım koltukta ağır ağır doğruldum. İyice ayıp oluyordu ama ne yapayım? Oldum olası sevmezdim davetsiz misafir. Hele de son yaşadıklarımdan sonra yeni insanlarla tanışmakta daha da zorlanıyordum.
Berkan da anlamış olacaktı ki saat üçe gelmek üzereyken bir bahaneyle Koray'ı da alıp çıktı. Boş şişeleri poşetlere doldurdum ve daha sonra atmak üzere mutfağın bir köşesine bıraktım. Yine sessizliğimle baş başa kalmıştım. İyice gerinip koltuğa attım kendimi. İçtikilerimin etkisi olacak, hafiften başım dönüyordu ve uyku bastırmıştı.
***
Duvarlar büyük bir gürültüye teker teker çöktüler. Enkazların arasından çıktığımda bir çizik bile yoktu üzerimde. Yine tüm kemiklerim ağrıyor, hareket etmeme engel oluyorlardı. Sabah mıydı yoksa akşam mı? Anlamak çok güçtü. Gökyüzündeki kara bulutlar teker teker damlalarını yer yüzüne teslim etmeye başlarken, uzaklardan gelen gürültülü siyah bir kuşu gözlemliyordum. Yukarıda daireler çiziyor, belki de bu felaketin daha büyüğünün yolda olduğunu haber vermeye çalışıyordu. Yıkıntıların arasından yan odaya koştuğumda Nükhet'i hareketsiz yatarken gördüm. Her şey bir anda yavaşlamaya başladı. Soğuk ve kuvvetli bir rüzgar saçlarımızı savuruyor, tenlerimizde gezinerek üşütüyordu bizi. Üzerimizdeki felaket habercisi bulutlar birbiriyle çarpışıyor, şimşekler aydınlatıyordu yüzlerimizi. Artık yaptığım her şey benden habersiz gerçekleşmeye başladı. Büyük bir şokun içinde olmamın yanı sıra olayların katılımcısı değil, gözlemcisiydim. Nükhet'in göğsüne ellerimi götürüyor; nabzını, soluğunu kontrol ediyor, ufak da olsa bir yaşam belirtisi arıyordum gözyaşları içinde. Fakat hepsi boş, bir kez daha geç kalmıştım. Omuzumda hissettiğim bir el ile irkildim. Nükhet... Yatakta yatan cansız bedenine umutsuzca bakıyordu omuzumun üzerinden. Bir şeyleri benden daha çok kabulleniyor gibiydi. Elimi tutup beni ayağa kaldırdığında, cansız bedenini orada bırakmak istemedim. Yine de elimi tutup beni kaldıran eli takip ettim. Sırasıyla önce cansız bedenini sonra bu yıkık evi ve terk edilmiş sokağı geride bıraktık. Gökyüzündeki telaşlı karga, ormana girmek üzereyken de peşimizdeydi. Yokuşları çıktık. Ağaçların içinden geçtik. Nereye gittiğimizi bilmiyor, sormak da istemiyordum. Dizlerim yokuşları çıkmamak için bana dirense de onlarla bitmek bilmeyen bir güçle savaşıyordum. Denizlerin kayalara çarpan dalgaları kucağıma iliştiğinde yavaşladık. Yürümesi güç yolların sonuna geldiğimizi Nükhet bana döndüğünde anladım. Gökyüzünde karga uçmayı bırakmış Nükhet'in omzuna konmuştu. Yağmur damlarları büyük bir şiddetle yüzüme çarparken arkasını döndü. Uçurumun kenarına doğru ilerlediğini anladığımda onu tutmaya çalışsam da başaramadım. Denizle arasında kaç metre olduğunu bilmediğim uçurumun tam kıyısında durdu ve öylece bekledi. Omzundaki karga da onunla birlikte olabildiğince sakin bekliyordu. Yüzünü bana çevirip gülümsediğinde atlamak üzere olduğunu fark ettim fakat çok geç kalmıştım. Koştum. aramızdaki on metrelik mesafeyi kapatmak için dakikalarca koştum fakat o çoktan atlamıştı. düşmek üzereyken kendimi zorla durdurup aşağı baktığımda onlarca karganın gökyüzüne doğru uçtuğunu gördüm. Bana çok yakınlardı. Aşağıda ne Nükhet vardı, ne de başka bir şey. Yukarı doğru uçan kargalardan birinin omzuma konmasıyla irkildim. Pençelerini geçirdiğinde istemsizce yüzümü buruşturuyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KENDİNE İYİ BAK SEVGİLİM
Lãng mạn* Karan, hemen yanında oturan Çağıl'ın gözlerinin içine dolu dolu baktı. Şöminenin ateşinin loş ışığı yüzlerini aydınlattıkça sakladıkları duyguları da gün yüzüne çıkarıyordu. Çağıl kendini suçlu hissediyordu. Karan'ın bakışlarından kaçmaya çalışsa...