22'sine basalı daha 10 gün kadar olmuştu. Ben Onu kaybedeli ise bir aydan biraz daha fazla. Mavi gözlerini benden ayıran şey basit iki kelimeydi: kalp krizi. Babasından miras kalmıştı ona. Babası da defalarca acile kaldırılmıştı kalbi yüzünden. Nükhet defalarca babası için hastane koridorlarında sabahlamıştı. Defalarca onun için endişelenmiş, defalarca ağlamıştı ama ne çare? Şimdi bendim ağlayan. Ne gariptir ki babası hala hayattaydı. Peki neden Nükhet? Neden onca insan varken Nükhet?
Tavanı izlemeyi bırakıp yatağımda doğruldum. Bu seferde duvara bakmaya başlamıştım boş boş. Telefonumu bir kenara atalı bir hayli zaman oluyordu. İşe de gitmemiştim. Evden de çıkmıyordum. Arada bir Berkan yanıma uğruyor, onca itirazıma rağmen evin eksiklerini de beraberinde getiriyordu. Mahcup oluyordum ama itirazlarım tamamen geçersizdi. Kapı ziliyle girdabına kapıldığım dalgınlıktan kurtuldum. Gelen yine Berkan olmalıydı. Ben kapıyı açar açmaz yüzünde neşeli bir gülümseme yeşeriverdi. Belliydi ki yegane derdi beni ayağa kaldırmak, biraz olsun hayata döndürebilmekti. İşe yarar mıydı, bilinmez.
Gayriihtiyari bir gülümseme ile karşıladım ve içeri buyur ettim. Berkan geldiğinde evin içinde biraz olsun neşe oluyordu. Kendimi çok da yalnız ve mutsuz hissetmiyordum o gelince. Berkan da bundan haberdar olacaktı ki, bir ayağı sürekli benim evdeydi.
İçeri girer girmez mutfağa koştu. Saat öğleden sonra 15:30 civarlarıydı ve bu saatte uyanmamın tek sebebi uykusuzluğumdu. Berkan kahve yapmak üzere işe koyulduğunda buzdolabının kapağını araladım. Karnım kazınıyordu. Gözlerimin ağrısı da geçmiş değildi. Berkan raftan bardakları aldığında istemsizce gözüm çıkardığı bardaklara takıldı. Biri Nükhet'in kahve bardağıydı. ''Koy yerine o bardağı.'' Ses tonum ben istemeden sertleşmiş ve yükselmeye durmuştu. Elimde olmadan vermiştim bu tepkiyi. Çocuk ne bilsin, alt tarafı aptal bir bardaktı işte.Berkan sesimi yükseltmem karşısında donakaldı. ''Ne oldu be?''. Hiçbir şey söylemeden öylece bardağa baktım. Bakışlarımı takip edip bardağa baktığında az çok ne olduğunu anladı ve bardağı değiştirme mecburiyetinde kaldı. Evin içi tekrar eski sessizliğine kavuşmuştu işte. yine ve yeniden...
Kahvemi alıp pencere kenarındaki masaya oturdum ve bir sigara yaktım. Boğazım sürekli acıyordu ve ben sürekli öksürmek zorunda kalıyordum. Ben kahvemi içerken Berkan yavaş yavaş kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Yardım etmeye yeltendiğimde beni gerisin geri yerime oturttuğundan, sessizce işinin bitmesini beklemiştim.Kahvaltıyı hazırlamayı bitirdiğinde karşıma oturdu. Arada bir bana bir şeyler konuşuyor ya da bir şeyler anlatıyor gibiydi ama ben kafamın dalgın oluşundan onu duyamıyordum. Sürekli '' He?'' ya da ''Hı?'' gibi basit sesler çıkardığımdan söylediklerini tekrarlama gereksinimi duyuyordu ama bıkmamıştı. Tek amacı beni tekrar neşeledirmekti. Bir haftadır bu amaç uğruna yapmadığı kalmıyordu ama nafile. Çağıl her zaman mutsuz, ifadesizdi. İçi çürümüştü Çağıl'ın. Tekrar bana bir şeyler söylediğini duyduğumda kafamı kaldırdım. ''Hı?''. Bir süre bana öylece baktıktan sonra yineledi. ''Annenle diyorum, konuştun mu?''. ''Heee... Annemi diyorsun.''
Berkan tek kaşını kaldırıp meraklı bakışlarla süzdü beni. Onu daha fazla muallakta bekletmek istemedim. ''Evet, dün akşam konuştum.'' ve ekledim. ''Belki yine aramıştır, bakmıyorum telefona pek.''
''Biliyoruz onu.'' dedi Berkan vurgulayarak. Kendisinin de telefonlarına bakmadığımdan yakınıyordu. ''Yarın akşam gelecekmiş. Temizlik yapayım falan diyordu.'' dedim ufak azarlarına aldırmamaya çalışarak. ''O'nun eşyalarını hala atmadın değil mi?'' diye konuyu saptırdığında bile isteye salağa yatmayı seçtim, ''Kimin?''. Berkan sustu ve dışarıyı izlemeye başladı. Bir taraftan da atıştırıyordu. Uzatmayacak olduğuna sevinmişti. ''Yarın annen geliyor yani...'' Gözlerinde sinsi bir parıltı vardı. ''Eee..''' Ağızından çıkarayacağı baklayı merakla bekledim. ''Eee'si, bu gece diyorum, bizimdir.''
Sıkıntıyla baktım. '' Ya Berkan yapma bunu, istemiyorum bir yere gitmek işte anla. Kaçtır zorluyorsun abi. Nedir yani?''
Berkan ağzına tıktığı domatesi çabucak bitirip savunmaya geçti. ''Lan evin içinde fotosentez yapmaya başlayacaksın yakında. Azıcık çık hava al, nefes al. Az insan gör lan!''. Bu dediklerini hiç ciddiye almıyordum. İhtiyacım yoktu. Gerek de yoktu. ''Nİye?'' diye sordum ilgisiz bir tavırla. ''Farkında mısın bilmiyorum ama kendini öldürüyorsun.'' Yanıtlamadım. ''Çıkacağız diyorum, o kadar!''. Sessizliğimi korudum. Beni zorlayamazdı ya?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KENDİNE İYİ BAK SEVGİLİM
Romance* Karan, hemen yanında oturan Çağıl'ın gözlerinin içine dolu dolu baktı. Şöminenin ateşinin loş ışığı yüzlerini aydınlattıkça sakladıkları duyguları da gün yüzüne çıkarıyordu. Çağıl kendini suçlu hissediyordu. Karan'ın bakışlarından kaçmaya çalışsa...