9- MEKTUP

10 6 0
                                    

Annemin Muğla'dan yeni bir ev aldığını Göksel Teyze'den az önce öğrenmiştim. Bana haber bile vermeden, sırf gözünü kulağını üzerimde tutabilmek için şehrimden bir ev almıştı. İtiraz edeceğimi bildiği için haberim yoktu. Şimdi aydınlanıyordum. Annem bir başkasının evinde asla kalmazdı. Antalya'da değil de Muğla'da bir hastaneye kaldırılmasının da açıklaması buydu. Göksel Teyze'yi de alıp arabaya bindim. Evin adresini bir tek O biliyordu. Cenaze işlemlerine yarın başlanılacağı için rahattım. 

        Benim evime on beş dakikalık bir mesafedeydi annemin evi. Şehrin merkezinden çok az uzak, müstakil. Yemyeşil çimler, renkli çiçekler süslüyordu bahçedi. Demir kapıyı ittirdiğimde şirin yavru bir köpeğin havlamasını işittim. Arkasında bıraktıklarına bir de bu minik yavru eklenmişti. Köpek önce tehditkar bir tavırla yaklaşı. Göksel Teyze'yi görünce yumuşayıp kuyruğunu sallamaya başladı. Cins bir köpek olmadığı belliydi. ''Geçen hafta mahallede bulup almıştı bu yavruyu. Kimi kimsesi yoktu. Çok da açtı geldiğinde. Bakma daha yeni yeni toparlanıyor.'' Gülümsedim. Annemin en çok vicdanına hayrandım. Hava kararmak üzereyken evin anahtarlarını cebinden çıkarıp kapıyı açtı Göksel Teyze. Fazla oyalanmayacaktık. 

İçeri girdiğimde tüm vücuduma sevgiyle sarılan o kokuyla karşılaştım önce. Annemin kokusu... Bu sefer ağlamayacaktım. Bu sefer gözlerim dolmayacaktı. Ne de olsa önce babamı; sonra biricik sevgilimi akabinde de annemi benden ayıran ölüm, yarın benim kapımda bitebilirdi. 

Gözlerim kapalı öylece bekledim kapı eşiğinde birkaç dakika. Sanki annem hala burada gibiydi. Varlığı dünya üzerinden hiç silinmemiş, hiç de silinmeyecekmiş gibi... 

Ayakkabılarımı çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdim. Ortalık hafif dağınık olsa da tertemizdi. Ortadaki büyük ahşap masanın üzerinde etrafında kayıt küreklerin yayılı olduğu bir bilgisayar,  yarım kalmış kahve, kalın çerçeveli bir gözlük duruyordu. Sandalyenin sırtına geçirilmiş el örgüsü bir hırka... Battaniyenin uzandığı siyah bir deri koltuk...  Altıgen şeklinde salona yeşil ve mavinin hakim olduğu manzarayı davet eden, duvar boyu sıralanmış pencerenin önünde öylece durdum. Kumsala vuran dalgalar beni adeta çağırıyor, denizin derinliklerine varana dek yürümemi söylüyorlardı. Annem arka bahçeye çeşit çeşit meyve ağacı dikmişti. Hepsi de benim boyumu aşıyor, her yaz tatlı mı tatlı meyvelerini uzatıyorlardı yememiz için. Hele bahar geldiğinde görmeliydiniz bu ağaçları. Her renkten çiçek olurdu üzerlerinde. 

Bir kez daha reddettim şu koca dünyada bir başıma kaldığımı hatırlatan o fotoğrafı. Duvarı boydan boya kaplayan kitaplığın orta rafında öylece duran, olmuş olanlardan habersiz o fotoğrafı. Nükhet, ben ve annem omuz omuza... Az önce seyrettiğim o masmavi denizin tenlerimizi kavuran kumsalında... Saçlarım yaz güneşinden sararmış, yemyeşil içi parlayan gözlerim... Mutlu, huzurlu günlerim... ''Yalnızsın.'' diye fısıldıyordu bana o fotoğraf. ''Yapayalnız.'' 

Adımlarımı annemin odasının bulunduğu üst kata yönlendirdim. Ayrıca orada da bir çalışma odası vardı. Evden çok büyük bir kütüphaneydi burası. Önce yatak odasına girdim. Yine denize bakan bir balkon,  derli toplu bir yatak ve duvarları kaplayan kitaplıkları... Kitaplar annemin dünyası olmuştu, hele de babamın ölümünden sonra. Kahvesini alır, saatlerce deniz manzaralı balkonunda okur dururdu. Makyaj masasının üzerindeki fotoğraf cezbetti bu sefer dikkatimi. Babamla annemin evlilik fotoğrafı. Çok da gösterişli olmayan fakat oldukça şık bir gelinlik, gıcır gıcır bir takım elbise... Renklerini bilmediğim fakat iri çiçeklerden oluşan bir buket. Siyah beyaz fotoğrafta ben hem yoktum, hem de fazlasıyla vardım. Anne babam yüzümde hala birliktelerdi. 

       Annemin kokusu en çok bu odayı sarmıştı. Dolan gözlerim sımsıkı kapatıp ayrıldım. Çalışma odasına girdiğimde odanın kocaman pencerelerinden içeri sızan dağ manzarası karşıladı beni. Ve pencerenin hemen önünde ağır bir çalışma masası. Göksel Teyze aşağıdaki dağınıklığı toparlıyor olacaktı ki birtakım tıkırtılar ilişti kulağıma, yok sayıp odayı incelemeye devam ettim. Çalışma masasının üzerinde de eski güzel günlerden birkaç çerçeve, haricinde toz bile yok. Siyah deri kapakı defter, üzerine iliştirilmiş dolma kalem. Annemin günlük tuttuğunu çok iyi bilirdim. Doğduğum ilk günden beri benimle ilgili gözlemlerini gün gün, dakikası dakikasına yazdığı bir defteri vardı bahsettiği. Bana onu vermemişti henüz. 

KENDİNE İYİ BAK SEVGİLİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin