19. Bölüm (OSH 2)

153 22 15
                                    

Şu an kesinlikle gökyüzünde uçan bir kuş değildim. Kafesteki kuştan bile daha sıkışık durumdaydım. Kanatlarım kırılmamıştı, kopmuştu. Bana kanatlarımın olduğunu hatırlatıp uçmayı öğreten iki güzel adam gözlerimin önünde can veriyordu ve ben titreyen bedenimi zapt etmeye çalışmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Bir el boğazımı sıkıyor ve nefes almama engel oluyordu. Baekhyun ve Chanyeol'ün olmadığı bir dünyanın düşüncesi bile beni yerle bir ediyordu. Ben onlarsız ne yapardım? Aylardır yanlarında olamamak bile beni mahvederken bu dünyadan gittikleri düşüncesiyle, yokluklarıyla nasıl baş ederdim ben?

Onlar da böyle mi hissetmişti peki? Ailelerini kaybettiklerinde, birbirlerini kaybettiklerinde böyle mi hissetmişlerdi? Bu kadar yanmış mıydı canları yoksa daha fazlasını mı hissetmişlerdi? Kalpleri acımış mıydı bu denli? Peki ya bu kalp acısıyla nasıl baş etmişlerdi? Baş edebilmişler miydi ki?

"Bay Oh, geride kalın!" başkomiserden emir alsam da elim ayağım buz kesmiş bir halde titreyerek yanlarına giderken gerçekten bana veda etmeden dünyadan ayrılacaklarını düşünmüş, artık gerçekten bir ailem olmadığı hissiyle buz kesmiştim.

"Çekilin lütfen!" sağlık ekipleri beni ince bir dal parçasıymışım gibi geri savururken "Nabız alamıyorum!" bağırışı duvar dibine çökmeme sebep olmuştu. Dolan gözlerim yüzünden önümü göremiyordum. Hıçkırıklarımı bastırmak için oflayıp saçlarımı karıştırdım.

"Acilen hastaneye gitmemiz gerek! Çabuk olun, zamanımız azalıyor!" kulağıma gelen telaşlı seslere tepki veremezken boğazımdaki yumru ne kadar yutsam da geçmiyordu. Ben ne yapacaktım? Kan bağım olan ailem bile yoktu, Chanyeol yoktu, Baekhyun yoktu... Ben bir başıma ne yapacaktım bu dünyada?

"KIM JUNMYEON!" Hırsla aniden kalkıp boğazımı yırtarcasına bağırırken karşılığında aldığım şey koca bir sessizlikti.

"Biricik kardeşim Oh Sehun." Bir müddet Kim Junmyeon'un sesi arkamdan duyulurken başkomiser "Bay Oh!" diye uyarıda bulunmuştu. Ancak çok geçti çünkü şu an kafamda silah namlusu ve arkamda Kim Junmyeon ile bir tehdit aracı olarak kullanılıyordum.

"Ben senin kardeşin değilim." nefretle konuşurken o kendini bilmiş kahkahası doldu kulaklarıma. Boğazımdaki kolunu biraz sıkılaştırdı ve boyu bana göre biraz daha kısa olduğu için dizlerimi hafifçe kırmama neden oldu. "Orospu çocuğu." diye tısladım.

"Bay Kim, silahınızı atın ve hemen teslim olun." başkomiserin uyarısına Kim Junmyeon'un tepkisi histerik bir kahkaha olmuştu.

"Bakın, eğer teslim olmazsanı-"

"Cesaretiniz varsa gelin teslim alın!" namluyu bu sefer çenemin altına sertçe dayarken dişlerinin arasından nefretle konuşmuştu. Bilerek tepki vermiyordum. "Yürü." bana verdiği direktifle sakince geri geri adım atmaya başlamıştım. Hiçbir şey yapamazdı bana.

"Nereye giderseniz gidin peşinizi bırakmayacağız Bay Kim. İşleri daha da zorlaştırmadan gelin teslim olun." başkomiser hala temkinli ses tonuyla konuşuyor ve bana bir şey olmaması için mesaferi korumaya çalışıyordu.

"Gelin yakalayın öyleyse." arkamdan keyifle konuştu Kim Junmyeon. Sesini her duyuşumda tüylerim ürperiyor çenem seğiriyordu. Kafasını koparıp tekmelemek istiyordum. O kadar sinirli ve nefret doluydum ki kendimi zapt etmek için gerçekten çaba sarf ediyordum. Çünkü hırsımı onu fiziksel olarak parçalayarak almayacaktım, aylardır uğraştığım şey bu kadar basit değildi. Onu öyle bir hale sokacaktım ki kafasını koparıp tekmelemekten beter edecektim.

Geriye doğru yürüdüğümüz süre içerisinde bir an bile durmamış ve beni depo dışına kadar geri geri yürütmüştü. Geri yoğru eğildiğim için belim biraz acımaya başlamıştı fakat planını bildiğim için acımı yok saymaya çalıştım. Amacı arabasına binip kaçmaktı ve ben bu planı bildiğim için kaçmasına tabii ki izin vermeyecektim.

DRAGON'S TEETHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin