hayatını tamamlayan bir an yokmuş gibi

100 5 9
                                    

Terk edilmek benim en büyük, belki de tek korkumdu.

Bu korku travmaya kaçık bir korku idi. Doğduğum an bana sırtını dönen annemden bana kalan tek hatıra göğsüme (bıçakla) kazıdığı adımdı. Alışık olmam gerekirdi; adıma da terk edilmeye de. Lakin hayır öyle değildi. Terk edilmekten korkuma insanlarla konuşmazdım. Bu insanların gözünde beni "asosyal" birisi yapmıştı. Onların düşüncesinin önemli olmamasına karşın, bazen ben de öyle düşünüyordum.

İsmimi ise hiçbir sesten duymamıştım. Yetim haneye alınır alınmaz başka bir isim koymuşlar, öyle seslenmişlerdi bana. Hala da içimden söyleyince bir ürperti kaplar bedenimi. Küçükken, yetim haneden ilk alındığım zamandan beri kimseye göğsümü göstermemiştim. Havuza bile girmezdim, soranlara da korktuğumu söylerdim. Suya mayo ile giren benim yaşıtlarımda bir erkek, korkan bir erkekten daha komik dururdu çünkü. Söyle söyleye kendimde alışmıştım bu yalana, refleks gibi ağzımdan çıkıveriyordu kelimeler.

İsmimi ondan duymak istediğim bir kişi vardı: Jeongguk. Lakin ben daha cesaretimi toplayamadan kaymıştı ellerimden. İkinci defa terk edilmiştim. Telefonum yoktu, küçüktüm. Ulaşamazdım kimseden Jeongguk'a. Üvey ailem izin vermezlerdi.

İlk defa bir şey dilemiştim Jeongguk'un gidişini odamın büyük penceresinden izlerken. Eğer yeniden Jeongguk ile buluşabilirsem, her zaman yapmak istediğim gibi güzel gözlerinin içine bakarak ona açıklayacaktım. Ailemi, onu önemsediğimi, duygusuz olmadığımı, gittiğine üzüldüğümü ve onu özlediğimi. Ondan bir şey isteyecektim, bir kez adımı söylemesini.

Aynada uzun uzun kendime baktım. Gözlerim arada göğsümün üst köşesindeki adıma kayıyordu.

"Taehyung..." Dedim sessizse.

Deniyordum, Tanrı şahit ki deniyordum bu isme alışmayı. Fakat oluru yoktu işte. Yapamıyordum, bir yabancı gibi hissettiriyordu bu isim ile anıldığım andan beri. Zayıf noktamdan fethedilmiştim ben. İsmimden, annemin bana bıraktığı tek mirasımdan koparmışlardı beni.

Gerçek ben buralarda değildi, çok uzaklara göndermişlerdi onu.

Telefonumun mesaj sesi kulaklarımı doldurmuş, odağımı dağıtmıştı. Telefonu elime almış, gruba gelen mesajlara üstten bakmıştım. Cevap yazmamı gerektiren bir konu konuşmadıklarından telefonumu geri yerine koymuş, çekmecemdeki sargı bezini çıkarıp göğsüme sarmıştım. Yeni alışkanlığımdı, artık sürekli yalan uyduramıyordum. Daha doğrusu inanmıyorlardı. İnsanlar aptallardı lakin yalnızca işlerine gelince. Konu birisinin yaşamına karışmak olduğunda yer yüzündeki en zeki varlık olabiliyorlardı. Bunu anlamam bunca yılımı almıştı maalesef.

Sargı bezini sıkıca göğsüme sarmış, yaramı gizlemiştim. Üzerime oversize tişörtümü geçirmiş, göz kalemi çekip kulaklığımı ve çantamı takarak evden kimseye bir demeden ayrılmıştım. Okula doğru yürürken, arkamdan gelen gülüşmeler ile arkama baktım. Bir arkadaş grubu kendi içlerinde gülüyorlardı. Anormal bir şey yoktu. Neden bu kadar çok takılıyordum ki, bana gülmüyorlardı işte.

Güldüm kendi halime, acınacak haldeydim.

"Taehyung!" Duyduğum ses ile yerimde kaldım. Bu adı bile güzel bir biçimde bana sevdirebilecek tek insan, arkamdaydı. Garip bir şekilde hissediyordum varlığını. Vanilyalı şampuanının kokusu şimdiden burun deliklerimden ciğerlerime inmişti. Kokusu da varlığının hissi de hiç değişmemişti demek.

Arkamı dönüp varlığını test ettim, gerçekten de buradaydı. Neden geri dönmüştü? Yeniden gidecek miydi? Gidecekse ne zaman gidecekti? Zamanımız kısıtlı mıydı, yoksa doya doya yaşayabilir miydim varlığını?

vincent | taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin