9

997 96 55
                                    










Mark kolundan sarsılmasıyla uyanmıştı. Aniden o kadar şiddetli sallanmıştı ki bu güc karşısında şaşırmadan edememişti. Arkasını döndü hızla ve acı dolu yüzünü gördü Donghyuck'un.

"Mark. Bacağım!"

Mark bacağına kramp girdiğini anlamıştı bu hareketinden. Kendisine de çok olduğu için çözümü de biliyordu.
Vakit kaybetmeden dizleri üzerinde durdu ve bacağını elleri arasına aldı. Hafif yukarı kaldırıp topuğundan yukarı ve parmaklarından aşağı bastırıp krampı geçirmeyi denedi. Donghyuck'tan gelen tepkilere göre bastırışını arttırıp hafifletiyordu. Bir süre bacağına aynı işlemi uyguladıktan sonra acısının geçtiğini anladı ve rahatlamadan edemedi. Yatağa oturup bir yandan hızla çarpan kalbini sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da baldırına masaj yapıyordu. Sessiz ortamda ikilinin hızlı nefesleri dışında ses yoktu. Mark'ın korkudan ve Donghyuck'un acıdan hızlanan nefesleri...

"Tamam, geçti."
Diye fısıldadı Donghyuck. Mark yine de devam etti masajına. O sırada da aklından geçen kelimeleri dile getirdi.

"Doktora gitmek istemiyorsan bile en azından bir eczaneye gitmemiz lazım Hyuck. Bebeklerin birden fazla olduğu için takviye besinlere ihtiyacın var."

Donghyuck bir süre düşündü. O sırada anlında birikmiş terleri tişörtünn yakasıyla sildi bir çırpıda. O sırada açılan koca karnı hiç umrunda değildi.

"Pekala. Eczaneye gidelim yarın."

Mark dediklerini duymamış gibiydi. Bakışları ilk defa açıkça gördüğü karındaydı. Yan yattığı için daha da büyük duruyordu. Ay ışığının altında da parlıyordu sanki.

Donghyuck bakışlarını gördüğünde onları takip etti ve karnının açıldığını fark etti. Çıplaklık hiçbir zaman sorun olmamıştı onun için, bu yüzden güldü ve biraz daha araladı karnını. Tişörtünü karnının bitişine kadar çekmişti.

Ardından Mark'ın elini tutup kendine çekti. Ancak beklediğinin aksine sadece eli değil, tüm vücudu beraberinde gelmişti. Mark dengesini kaybedip oturduğu yerden Donghyuck'un yanına, oldukça yakınına devrilmişti.
Donghyuck bu zayıflığına kıkırdayıp tuttuğu eli karnına yerleştirdi. Mark düşmenin şokunu çabucak atlatıp elinin altında hareketlenmeye başlayan bebeklere odaklandı.

"Vay canına..."

İki elini de yerleştirdi koca karna ve okşamaya başladı. Sanki bebekleri seviyormuş gibi davranıyordu.
O sırada bir tekme yedi avucunun ortasına. Geçenlerde öğrenmişti, bebeklerin dokunuşlarına tepki vermesini doğal karşılıyordu artık.

"Biliyor musun, tıpkı şimdi olduğu gibi her yakınıma geldiğinde içlerinden biri böyle tekme atıp duruyor."

"Beni seviyor olmalı."

Donghyuck gülmüştü bu yorumuna.

"Hayır, senden nefret ediyor."

Mark kaşlarını çatıp karnına yaklaştı. Fısıldayıp konuştu içerdeki bebeklerden birine.

"Hey küçük şey! Benimle ne zorun var senin?"
Şakaya karışık konuşması ve sanki cevap bekliyor gibi durması Donghyuck'u kahkahalara boğmuştu elbette.

"Sanırım alfa olacak."

Mark yastığa başını koyup Donghyuck'un gözlerine baktı uzun uzun. Her seferinde içinin titremesine engel olamıyordu buzul gözler karşısında.

"Nasıl ayırt edebiliyorsun? Daha doğmadılar ki."

"Alfalar korumacı olur. Bu küçük şey de sanırım seni bir tehtit olarak görüyor. Babası olmadığını biliyor ve o yüzden biraz sinirli sanırım."
Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu bu sefer. Mark bu konuyu konuşmadıklarını biliyordu, merak da ediyordu ancak konuyu açıp Hyuck'u üzmek istemediği için başka bir soru sordu.

"Peki diğeri?"

"Aslında üç tane olduklarını düşünmeye başladım son zamanlarda. Karnım normalden büyük ve daha güçsüz hissediyorum."
Derin bir nefes alıp karnını kapattı. Üşümüştü.

"Biri kesin alfa, diğeri konusunda emin değilim çünkü sadece stresli olduğum zaman hareket ediyor. Üçüncü bir tane olma ihtimali çok yüksek dediğim gibi. Eğer öyleyse kesinlikle omega olacak."

Omega derken sesi titremişti Donghyuck'un. Mark bunu fark edip kaşlarını çattı. Kötü bir şey miydi omega olmak?

"Neden üzülüyorsun? Senin gibi bir tane daha olacak işte, bu güzel bir şey."

"Ahh Mark, omega olmak sandığın kadar güzel bir şey değil."

"Neden?"

"Kurtlar eşlerine ölene kadar sadıktır. Eşi ölse bile yasını tutar, hatta ölmek için kendilerini aç bırakıp intihar ederler. İnsanlar ise sahtedir. Ne yaparsan yap bir gün seni bırakabilir. Diğer yarım dediğin kişiyi bir gün sonra başkasıyla basabilirsin. Bizde ise ikisnin karışımı gibi düşün. Ya ölene kadar beraber olacak ruh eşi ya da kullanıp atılacak birer objeyiz biz."

"Konuyu açıp seni üzmek istemiyorum ama..."

Donghyuck sözünü kesmek için elini kullandı, dudakları üzerine koydu avcunu.

"Ben obje olarak seçilenim. Kullanıldım ve sürüden atıldım Mark."

Mark bakıştığı gözlerde biriken yaşları görünce kendi gözlerinin de sulandığını hissetti. Ağlamak istemediği için gözlerni kapattı ve dudakları üzerinde olan avuca bir öpücük kondurup Donghyuck'un elini çekti. Sonrasında elini akan yaşlarına götürdü, seve seve sildi damlaları Hyuck'un yanaklarından.

"Hey, lütfen ağlama. Sorun yok bak benimlesin, güvendesin. Artık bir ailen olacak, mutlu olacaksın. Bunları düşün tamam mı?"

Hyuck başını sallasa da yaşları akmaya devam ediyordu. Mark nasıl bir ruh halinde olduğunu, ne hissettiğini bilemezdi ancak gözleri öylesine öfkeyle parlıyordu ki tek bildiği Hyuck'un ne kadar da güçlü olduğuydu. Sürüsünden, ailesinden ayrılmıştı ancak hala yaşam mücadelesi veriyordu. Kim bilir ormanda ne kadar uzun süre tek başına kalmıştı.

Mark düşüncelerine ara verdi. Donghyuck'un sakinleşmesi için kolları arasına aldı bedenini. Sıkıca sarılıp sırtını sıvazladı. Hıçkırıkları hafifleyip tamamen kesilinceye kadar öyle kaldı. Başka ne yapabileceğini bilmiyordu.

Sonra Donghyuck hafif uzaklaşıp bakışlarını Mark'a kaldırdı. İkili uzun uzun birbirlerine baktı, sanki gözleriyle konuşuyorlardı. İkisinin de gözleri yaşlarla doluydu. Donghyuck Mark'ın da sessiz sessiz ağladığını o an fark etti.

"Sen neden ağlıyorsun?!" Dedi sahte bir sinirle. Ellerini yanaklarına koydu ve bu sefer yaşlarını o sildi.
"Sen ağlıyorsun diye ağlıyorum!" Diye yinr aynı sahte sinirle cevap verince Donghyuck kıkırdamıştı. Mark da geri kalmamıştı.

Sonra birden Mark yüzüne yaklaşan Donghyuck'u fark etti. Yavaşça gelmiş ve sanki yapacaklarından emin değilmiş gibi duraklamıştı ancak çok geçmeden de yapmıştı yapacağını.
Mark önce yanağında bir öpücük hissetti. Sonra elmacık kemiğinden aşağı süzülen göz yaşında, sonra da burnunun ucunda ve en son biraz duraklamanın ardından dudaklarında...

Havai fişekler patlıyordu sanki içinde. Dudakları birbirlerine değince nefesini tutmuştu. Donghyuck'un öpmesine izin verdi, tepki bile veremedi. Sonra kaba durmak istemediği için karşılık verdi öpücüğe. Küçük küçük öpüp bırakıyor, sonra tekrar öpüyordu dudaklarını. O kadar sakin ve sevgi doluydu ki elleri titremişti duyguları yüzünden. Sakinleşmek ve doğru düzgün karşılık vermek için sardı kollarını beline ve kendine çekti Hyuck'u. Karnı üzerinde hissettiği Donghyuck'un koca karnı tekmelerle coşuyordu adeta. Gülümsemesini içine attı, karşılık vermeye devam etti öpücüklerine.
Önce üst dudağını dudakları arasına aldı, ardından altı dudağına geçti. Kısa kısa ancak seriydi öpücükleri. Odadan öpüş sesleri dışında hızlanan nefesleri duyuluyordu.

İkili sanki zaman ve mekan algısını kaybetmiş gibiydi. Güneş doğmak için can atıyordu ancak onlar sanki geceyi uzatmak ister gibi öpüşüyordu. İkisi de her ne kadar yorgun olsalar da bitsin istemiyorlardı bu gece. Öyle öpüyorlardı birbirlerini, şefkatle...




...
FİRST KİSS AAAAAAAAAAAAAA
umarım beğenmişsinizdir.

Glacier | MarkHyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin