Yazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine çekip markete girdi.
"İyi akşamlar."
"İyi akşamlar beyefendi," diye karşılık verdi kasiyer ve yan şekilde tuttuğu telefonuyla uğraşmaya devam etti. Kırklı yaşlarında olmasına bakılırsa şu an şeker patlatma oyunu ya da kumar oynuyordu. Efsane olarak anılan beyzbol maçlarını da (ki Dean'ın ilgisini hiç çekmezdi) izleme ihtimali vardı tabi.
Dean'in morali bozuldu ama özgüveninin yıpranmasına izin vermedi. Dünya çapında tanınmaya başlamış bir yazardı ve yirmili yaşlarının sonlarında elde ettiği başarıya rağmen birinin onu tanımaması zoruna gitmişti. Muhtemelen okumayan kesimdendir, diye küçümsedi ve raflara baktı.
Petrol marketleri normal marketlere kıyasla sönük kalsa da buralarda raflar daha ilgi çekici olurdu. Uzun süre araba yolculuğu yapmak, ruha dokunan hoş müzikler dinlemek, sevdiğinin yanında olması o kadar huzur verirdi ki, petrole uğrayıp markete girdiğinizde o büyülü an bir süreliğine kaybolur, sonra gerçek dünyayla yaşanılması gereken dünya arasında bir köprü vazifesi görerek kişiye tarif edilemez bir mutluluk tattırırdı. İşte bu yüzden uzun yolculuklara çıkmayı, bir gece vakti arabayı otobanın kenarına çekip buz gibi havayı içine çekmeyi, soğuk bir çay içip Ceren'le birlikte uzaklardaki, çok uzaklardaki şehrin ışıklarını izleyip hayaller kurmayı seviyordu.
Abur cubur rafına geldi. Canı cips çekiyordu ama uzun süredir zararlı yiyeceklerden uzak durmaya çalışıyordu, abur cubur canı çektiği zaman da bol proteinli barlarla bastırmayı tercih ediyordu. Protein bar yoktu, o yüzden fındık parçalı bir çikolata aldı. Eşi için de çilekli yoğurt alıp kasaya döndü.
"Ne kadar?"
Adam ağır hareketlerle ürünleri okuttu, sonra sarhoş gözlerini Dean'a dikti. Neden geldin? diyordu bu bakış. Neden rahatımı bozdun.
"Beş dolar."
Dean asıl fiyatı bir dolar olan ürünleri canı yanarak ödedi. Zengin de olsa böyle beş katı fiyat ödemek ağır geliyordu, kazıklanma hissi her zaman kötüydü. Kasiyerin kabalığına rağmen iyi akşamlar deme kibarlığını gösterdi ve marketten ayrıldı.
Gökyüzüne baktı, hava açıktı. Hüznü ve karanlığı temsil eden Dolunay, yıldızlara eşlik ederek gökyüzünü süslüyordu. Yıldızların bu kadar net gözüktüğü açık havalara şehirde pek rastlanmazdı ama burada, Dünya'nın en ücra köşelerinden biri olan bu unutulmuş diyarda, ışık kirliliği yok denecek kadar azdı ve tüm gökyüzü çok net bir şekilde gözüküyordu. Büyülenerek manzaranın tadını çıkardı ve bu serin gecede ağaçların büyüleyici kokusunu içine çekerek mest oldu.
Çok güzeldi. Şu yaşadığı his. Anlık bir histi ama hayatı boyunca birkaç kez yaşama fırsatı bulmuştu. Ne zaman, nerede, nasıl yaşanacağı hiç belli olmuyordu ama yaşadığı zaman o kadar mutlu oluyordu ki, bu hissi tatmadığı her an ona kötü geliyordu. Tam yoğun duygular yaşarken serin bir rüzgâr eser, eski zamanlardan kalma tanıdık bir anıyı ansızın hatırlatır, kalbi sızlarken ağaçların güzel kokusu o eski kokuları hatırlatır, aniden çocukluğuna dönüp gelerek acı tatlı bir an yaşardı. Yalnızca birkaç saniye sürse de bunu tatmak güzeldi.
Dean gökyüzünü izlerken pompacı işini bitirdi ve usulca Dean'a yaklaşıp belirli bir mesafede durdu. Pompacının (ismi lazım değil) sabırsız bakışları üzerine dikilirken, kendine gelip elini cüzdanına attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasyYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...