Gresson's malikanesine ölüm sessizliği hâkimdi. Kan kırmızı elbisesine bürünmüş vişne kokulu malikane, kasvetli hava karşısında tüm ihtişamıyla parlıyordu. Eski taş duvarlar gotik bir hava katarken, kapkara bulutlar etrafını kuşatmıştı ve şiddetli yağmur damlalarıyla yaylım ateşine tutuluyordu. Mezarlıklardan çığlıklar yükselirken, Güneş bile korkudan saklanırken, devasa malikane tüm ihtişamıyla her şeye herkese meydan okuyarak yükseliyordu. Sanki bütün dünya karanlığa gömülmüştü ve o ürkütücü karanlığın merkezi burasıydı.
Dean ve Ceren büyülenerek bu devasa yapıya bakarken, uzaklardan bir yıldırım daha çaktı. Malikane gerçekten devasaydı. Yalnızca onlara bakan yönde bile on yedi alt katta, on yedi üst katta olmak üzere otuz dört pencere bulunuyordu. Devasa Gargoyle heykeli fırtına tarafına doğru bakıyordu. Özenle süslenmiş lüks bahçesi de mezarlığa karışarak kilometrelerce uzanıyordu. Malikaneye giden yaya yolu ise taştandı ve bahçe yolun iki tarafına yayılmıştı.
Yolun girişinde durup araçtan indiler. Dean şemsiyeyi açıp Ceren'in koluna girene kadar ki on saniyede kara bulutların gazabına uğramışlardı bile. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu ve ona eşlik eden gök gürültüsüyle korkunç şimşekler, tam bir kaos ortamı yaratıyordu.
Saçlarından yüzüne akan yağmur damlaları görüşünü kapatırken kaşlarını çattı. "Büyüleyici değil mi?"
"Efendim?" diye bağırdı Ceren. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki birbirlerini duymakta zorlanıyorlardı.
"Büyüleyici değil mi?" diye daha yüksek sesle karşılık verdi Dean ama yanıt alamadı. Zavallı eşi donuyordu ve muhtemelen şu bir dakikada enerjisi dibe vurmuştu. Şiddetli rüzgâr o kadar rahatsız ediyordu ki her adımlarında büyük bir çaba harcıyorlardı, hâliyle konuşmaya da enerjileri kalmıyordu. Sanki bütün doğa birleşmiş, onların bu malikaneye girmemesi için direniyordu. Sessizlik içinde yürüdüler ve bir yıldırım önlerini aydınlatırken Dean başını kaldırıp çatıya baktı. Bir düzine kuzgun çatının altındaki çıkıntılara tünemiş, şeytanî bakışlarla çifti izliyorlardı. Edgar Allan Poe'dan kalan hatıralarda kaybolurken ani bir titremeyle kendine geldi ve basamakları çıkarak kapının önüne dikildiler. Dean nefes alıp verdikçe acı çekiyor, içindeki keskin soğukluk yüzünden kesik kesik soluyordu. Gözleri kararırken düşmemek için kapıya dayandı, kendine gelmesi ise birkaç saniye sürdü. Ardından doğruldu ve zili çaldı. Şeytanî bir melodi fırtına seslerine eşlik ederek tüm malikaneye yayıldı.
Bir dakika kadar sonra kapı gıcırdayarak açıldı. Olağanüstü uzunlukta, zayıf, yüzü kemikli ve solgun genç adam kapının önüne dikildi. Çifti süzdükten sonra yüzüne yavaşça karanlık bir gülümseme yayıldı ve fal taşı gibi açılan kocaman gözlerini yazara dikti.
"Dean Salvatore." Yıldırım sesiyle gülümsemesi iyice ağzına yayıldı. "Şeref verdiniz."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
ФэнтезиYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...