Dean kan ter içinde geceye gözlerini açtı. Nefes almakta zorlanıyor, omuzlarına kadar çektiği battaniye zaten 40 dereceye vurmuş ateşinin düşmesine iyice engel oluyordu. Gece üç sularıydı ya da bu karanlık anı öyle psikolojisini bozmuştu ki öyle hatırlıyordu.
Beş yaşındaydı o zamanlar ya da altı. Tatlı bir yüze sahip, kibar, küfür nedir bilmez, uslu, kendi hâlinde bir çocuktu. Arkadaşlarıyla dışarıya çıkıp koşturmak, akşama kadar futbol oynamak, kolasına maç yapmak yerine tüm gün eve kapanıp hayalî arkadaşlarıyla savaşmayı tercih ediyordu. Yaşıtlarıyla iletişim kuramadığından değildi hayır, sadece hayalî arkadaşlarıyla daha çok eğleniyordu. Yeri geliyor ejderha avlıyor, yeri geliyor devasa bir orduyu komuta ediyor, yeri geliyor hayallerindeki prensesle evleniyordu. Hem dışarısı sıkıcıydı, orada görebileceği en garip şey atın üzerinde koşturan kafayı sıyırmış bir palyaço olurdu ama bu sınırsız hayal gücü dünyasında, istediği hayal ettiği her şeyi görebiliyordu. Tüm gün kendini bir odaya kapatıp o dünyadan diğer dünyaya gitmek, işte asıl eğlence buydu.
Oda büyük ölçüde karanlıktı. Televizyonun ışığı vardı ama o da aydınlatmaya yetmiyordu ve parlaklığı kısılmıştı ya da bu anıyı zar zor hatırladığından aklında böyle kalmıştı; zira hep karanlık tarafları hatırlayan acı çeken bir ruhu vardı.
Sağına döndü, en yakın duvara, korktuğu tarafa. Cehennemin bir kopyası, bir çocuğun görebileceği en korkunç şekilde tam karşısında duruyordu. Normalde loş bir renge sahip sarı duvar şimdi ateşle parlıyor, binlerce insan tek sıra hâlinde ateşin üstünden geçerken zebaniler tarafından kırbaçlanıyorlar, birer birer ateşe atılıyorlardı. En kötüsü içlerinde kendisi de vardı. Henüz ateşe atılmamıştı, önünde daha beş on insan vardı ama sıranın geleceğini biliyordu. Kendinin nokta şeklinde bir kopyasını bu Cehennem duvarında bilinci yarı kapalı bir hâlde izlerken inledi. İnsanların çığlıkları, zebanilerin acımasız kırbaç darbeleri, Cehennemin acı verici sonsuzluğu ve asla, asla geçmeyecek olması... Buraya ait değildi, zamanın göreceliğine göre bu birkaç saatlik kabus gibi geceyi, neredeyse bir gün gibi yaşayacaktı. Minik yaşının getirdiği ağırlıkla bunların acısına dayanamadı ve başını yastığa gömüp gözlerini kapattı.
Gözleri kapalıyken gördükleri canını daha çok yakıyordu. Evet, zebanilerden bile daha çok. Basit şeylerdi aslında, sıradan olaylardı ama önemli olan gördükleri değil, bunları nasıl gördüğüydü.
Bir kafede oluyordu genelde, kuşbakışı bir bakışla yukarıdan seyrediyordu. İnsanlar girip çıkıyor, sipariş veriyor, oturup sohbet ettikten sonra gidiyorlardı. Her şey normaldi, bir sorun yoktu. Tek sorun, bu görüntüleri siyah beyaz bir hâlde ve neredeyse beş kat hızlandırılmış bir şekilde görmesiydi. Kalabalığın kuru gürültüsünü beş kat hızlı duyuyor, insanların hareketlerini beş kat hızlı görüyor, midesi beş kat hızlı bulanıyor, her şeyi ama her şeyi siyah beyaz gördüğünden bunun eziyetini iliklerine kadar hissediyordu. Gözlerini açınca cehennemi, kapatınca da kendi cehennemini görüyor ve bu acıya katlanamadığı için yalnızca ölmek istiyordu.
En iyisi uyumaktı. Bu hâlde nasıl bir kabusa dalardı düşünmek bile istemiyordu ama bunlardan iyi olacağına emindi. Gözlerini kapattı, görüntüye tekrar girdi. Bu sefer kafeden çıktı, bir caddeye geldi. Yine kuşbakışı bakıyordu ama bu sefer çok daha uzaktan, neredeyse milyonlarca insanı görecek kadar yukarıdan bir konuma çıkmıştı. Bedeni yoktu rüyada, yalnızca bir kamera gibi izliyordu etrafı.
Ama yine de karınca gibi gözüken insanların hareketlerini, gürültüsünü, anlaşılmayan sözlerini rahatsız edecek derecede hızlı duyuyordu. Hatta o kadar rahatsız ediciydi ki kafasının parçalanma riskine girip duvarlara vurarak susturmayı düşündü. Midesi bulandı, gözlerini açtı ve tekrar şu cehennem ile karşılaştı. Ruhu acı çekince dayanamayıp gözlerini kapattı fakat bu sefer de o kim olduğu belirsiz insanların hızlı kelimeleri kafasında yankılandı. Beyni tamamen doluydu, hatta dolup taşıyordu. Bütün insanlığın sesinin kafasında yankılanması fakat hepsinin birbirine karışmasından hiçbir kelimeyi anlayamaması, ona tarifsiz bir acı veriyordu. Korna sesleri, ışık hızında görüntüler, konuşmaması gereken insanlar durmadan konuşuyor, ses yapıyor, kafasında yankılanıyor, onun acı çekmesi için birlik oluyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasyYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...