VII

27 5 4
                                    

Karanlıklar içinde dört bir yandan kuşatılmışlarken ürkütücü malikaneye girdiler. İçerisi dışarıdan bile kasvetli ve karanlıktı. Mutlu mesut bir ailenin evini değil de soylu bir vampirin şatosunu andırıyordu. Mobilyaların renk seçimi de ağırlıklı olarak siyah ve kırmızı tonlarındaydı. Üstelik duvarlar, tavan ve zemin de siyahın en karanlık tonuna boyanmıştı. Sanki kan kırmızısı ve karanlık dışındaki bütün renkler solup gitmiş, zaman bükülmüş, her şey kararmıştı.

"Bu taraftan," dedi adam eliyle giriş salonunun köşesini işaret ederek. Yirmili yaşlarının başında bir gençti fakat yaşadıklarından mı yoksa kirli kalbe sahip olduğundan mı bilinmez, otuzlu yaşlarının sonunda, her an dolandırıp iş bağlayacak bir tefeci gibi gözüküyordu.

Sağa döndüler ve iki tane melek heykelini geçip geniş salon boyunca ilerlediler. Çiftin etrafına hayranlıkla baktığını fark eden adam hemen arkalarından yürüyor ve eşyaları tanıtıyordu. Neredeyse bütün salonu süsleyen devasa tablolar dahil, bütün eşyalar özel yapımdı ve birçok ünlü ismi içeriyordu. Üstelik sadece bu ailenin tarihini içeren ansiklopedi büyüklüğünde kitap setleri vardı ve ailenin her üyesi devasa yağlı tablolara resmedilmişti. Dean hepsine hayranlıkla baktı, gerçekten büyük bir zenginliğe sahiptiler. Sadece kütüphane (ki bütün salonu kaplıyordu ve duvara dayanmıştı) bile bir servetti ve birçok kitap özel basımdı. Heykeller, kitaplar, tablolar, birbirinden lüks şamdanlar, piyano, arp... Sanata çok değer verdikleri belliydi. İsmini bilmeleri de Dean'ı sevindirmişti. 

"Siz de bizim için bir kitap yazarsanız..."

"Efendim?" dedi Dean konuya kendisinin dahil olduğunu fark edip bu büyüden uyanarak.

"Tatmin edici bir ücreti olacaktır tabi, eğer kabul ederseniz."

"Ha, evet olabilir (neyi kabul ettiğini bilmiyordu). Evin sahibi siz misiniz?"

"Ben oğluyum, Yohasa Gresson. Buyurun, buyurun oturun ayakta kalmayın," dedi. Ceren ve Dean şöminenin önündeki kanepelere yerleşirken, Yohasa küçük bir zili çaldı. Bir dakika sürmeden yaşlı, kel bir uşak ellerini önünde birleştirerek adamın önünde dikildi.

"Buyurun efendim."

"Annem nerede?"

"Üst katta olması lazım efendim."

"Buraya çağır, Dean Salvatore Bey'in ve..." Sanat eserini inceleyen bir aristokrat gibi, Ceren'i boydan boya süzdü.

"Eşim. Ceren Salvatore."

"Ve eşinin geldiğini söyle."

Çifte döndü, yüzündeki rahatsız edici gülümsemesi hâlâ üzerindeydi. Hâl ve tavırları burnu havada, garip şeyleri ünlü eden bir modacıyı andırıyordu. Sanki her an Dean'ın üstündeki beyaz tişörtün baskılı olmasına laf edecek gibiydi. Konuşmak için ağzını açtı fakat vazgeçti. Ellerini birbirine kenetleyerek tüm yüzüne yayılan deli gülümsemesiyle Dean'ı süzdü, ardından çok ani bir hareketle yazarın karşısına oturdu.

"Gelmekle ne iyi ettiniz, çok büyük hayranınızım."

"Teşekkür ederim."

"Geleceğinizi bilsek hazırlık yapardık ama böyle olmadı kusura bakmayın. Babam mı davet etmişti sizi, nasıl buldunuz burayı?"

"Bir arkadaş söyledi diyelim."

"Anladım, anladım."

Dean pederin haber verdiğini söylemek istemiyordu fakat Ceren George'un isminin özellikle saklanmış olduğunu fark edince kaşlarını çatarak eşine döndü. Dean gülümseyerek karşılık verdi, bir sorun yokmuş gibi davranırsa Ceren de bu konunun üzerinde fazla durmazdı. Öyle de oldu. 

KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin