Dean George'un evine vardığında saat on biri biraz geçiyordu. Bu sırada sisli hava yerini daha boğucu bir kasvete bırakmış, Güneş bulutların arkasında kaybolmuştu. Dün geceki kanlı Dolunay'ın son izleri Dean'ın yüreğini yakarken, George bir şişe şarapla balkona geldi.
"Demek bugün gidiyorsunuz ha," dedi Dean'ın yanındaki sandalyeye oturarak. "Birkaç gün daha kalmanı isterdim ama başımıza karantina çıktı, kilise dahil her yer kapalı. Bugün gitmeniz daha mantıklı olur. Ceren nerede?"
"O biraz daha malikanede kalmak istedi. Çocuklarla iyi vakit geçiriyor, biraz temiz hava iyi gelir."
"Orada mı kalmak istedi? Dean, onu orada o insanlarla tek bırakamazsın. Onlar..."
Dean elini sallayarak George'un sözünü kesti. Ceren'i orada tek bırakma fikri onu da korkutuyordu ama başlarına bir şey gelecek olsa onlar uykudayken, savunmasız anlarında gelmez miydi? "Abartıyorsun George. Aslında bunu konuşmak için uğradım buraya. Aile öyle sandığın gibi korkutucu tipler değil. Birtakım gariplikler gördüm evet ama sadece psikolojileri bozulmuş kişiler. Babaları hariç sağlık durumları iyi sayılmaz. Bundan fazla bir sıkıntı olduğunu sanmıyorum."
"Emin misin? Bundan fazla olduğuna dair şüphelerim var. Bak bir de karantina belası sardı kasabayı. Burası lanetlenmiş Dean, inanman için ne görmen gerekiyor?"
"Hayatım bu yaratıkları araştırmakla geçti George, güven bana. Boş bakışlarından, konuşurken ses tonlarından hissederim nasıl insan olduklarını. Ne yazık ki dört dörtlük insanlar değiller, hatta sıradan insanlar bile değiller fakat ortada şeytanî bir kötülük olduğunu da söyleyemem."
"İyi öyleyse sen daha iyi bilirsin." dedi peder, ardından iki bardak çıkarıp şarabı açtı. "Kırmızı şarap sever misin?"
"Sevmem. Pek iyi anılarım yok."
"Ha doğru, doğru." Güldü, ardından kendine bir bardak doldurdu. "Lisedeyken bir kızın yanında bir litre ılık şarap içmiştin, sonra Güneş çarpmıştı da hastanelik olmuştun. Bu yaşa kadar yaşaman mucize doğrusu."
"Ama hastaydım o gün," diye kendini savundu Dean. "İyi ki Ceren değildi."
"İyi ki," dedi George gülerek, sonra kalktı. "Dur o zaman sana kahve koyayım, şarap dışında başka içkim yok maalesef."
"Zahmet etme."
Dean'ın itirazlarına aldırmadan bitişikteki mutfağa girdi. Isıtıcıya biraz su doldurdu, bardağa şekersiz kahve koydu ve suyun ısınmasını beklerken sohbete devam etti. "Senin dinle ahiretle pek aran yoktu, Müslüman olmuşsun diye duydum. Nasıl oldu bu?"
"Bunu benden beter olup şimdi papazlık yapan birisi mi söylüyor?" dedi espriye vurarak. "Allah nasip etti fakat illa dünya nazarından soruyorsan; Ceren'le Türkiye'ye gittiğimizde kuzeniyle bir medreseye gittim, o çocuklar imanıma vesile oldular."
"Güzel, sevindim ama bu işlerde devamlılık önemlidir. Kırk sene gece gündüz kendini dine adasan ama ölmeden birkaç sene önce kafir olarak ölsen sonun felaket olur."
Dean başını salladı, kafir olarak ölme düşüncesi bile korkutucuydu.
"Peki ya sen? Senin de dinle hiç aran yoktu, papaz olmaya nasıl karar verdin?"
George suyun ısınmasını beklemenin eziyetine katlanamayıp tekrar balkona çıktı, yerine yerleşti ve şarabından bir yudum alıp arkasına yaslanarak uzaklara daldı. Kadim zamanlardan kalma bir masalı düşünüyor gibiydi.
"Arayıştaydım Dean," dedi uzaklara bakmaya devam ederek. "Canım yanıyordu, mutsuzdum, hiçbir şeyden keyif almıyordum. Depresyon değil hayır, depresyon hafif kalır, bu başka bir şeydi. Beni sürekli sıkan, boğan, durgunlaştıran ama aynı zamanda çok daha olgun hâle getiren bir hâldi. Yaptığım hiçbir işten zevk alamıyordum, uyumak bile acı veriyordu. Zamanla dünyanın gelip geçici olduğunu fark ettim ve iman ettim. Bir Hristiyan olarak yapabileceğim en hayırlı iş de papaz olmaktı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasyYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...