Bayan Silver Gresson siyah geceliğini giyip yatak odasının loş ışığında aynaya baktı. Bir kraliçe gibi gözüküyordu ve bunun farkındaydı. Çoğu kadının kıskanacağı uzun ve kıvrımlı vücudu ona ayrı bir zarafet katıyordu. Kırklı yaşlarının ortalarında bile kızlarının yaşında gözükmesi inanılmazdı. Görünüşünden tatmin olarak gülümsedi ve bronz kapıyı arkasından kapatarak koridora çıktı.
Üçüncü katın koridoru aydınlıktı, en azından bütün ışıkları yanıyordu. Gotik bir malikaneden çok lüks bir hastaneyi ya da tam donanımlı bir laboratuvarı andırıyordu. İkinci katın ürkütücü koridorunun aksine bu koridordaki duvarlarda meşaleler ya da garip orta çağ tabloları yoktu. Zaten malikanenin en insancıl gözüken yeri de burasıydı. Sade, şık ve zarif. Olması gerektiği gibi.
Podyumda yürüyen bir manken edasıyla (ki onlardan geri kalır bir yanı yoktu) uzun koridoru geçip sola saptı. Sağdaki ilk odaya, yani evin ikinci mutfağına girdi.
Salvatore çifti ve Carl, mezarlık manzaralı balkonda karanlıklar içinde oturmuşlar, Ay ışığı onları şereflendirirken sohbet ediyorlardı.
"Hayatım," diye seslendi Carl başını mutfak tarafındaki eşine doğru çevirerek, muhtemelen eşinin topuklu ayakkabısının çıkardığı tok sesten geldiğini fark etmişti. "Buzluktaki bira kasasını getirir misin?"
"Bira mı?" diyerek şaşırdı Bayan Gresson. Kocası misafirlerle içeceği zaman şarap ya da viski tercih ederdi, hatta uzun zamandır birayı ağzına almamıştı. 'Kamyoncu içeceği' diye dalga geçerdi birayla.
"Evet. Dean Bira seviyormuş (güldü). Bir gece değişiklik yapmak sorun olmaz sanırım."
Silver buzluğu açtı. Ünlü bir markanın özel serisinden bir kasa vardı. Bir tanesine dokundu, buz gibi olmasa da hatırı sayılır derecede soğuktu, buzluğa 10-15 dakika önce atılmış olmalıydı.
"Yardım ister misin hayatım?"
"Yok hallederim."
Bayan Silver kendisinin bile şaşırdığı bir güçle kasayı kaldırdı. Topuklu ayakkabıyla ağır bir kasa kaldırmak zordu fakat daha da zor olan bu ağır kasanın yerden 170 cm yüksekte olmasıydı. Neyse ki Bayan Silver uzundu, topuklularla 180'i geçiyordu. İnce topuklularına rağmen ustalıkla dengede durmayı başardı ve kasayı Carl'ın sandalyesinin yanına koydu. Kocasının teşekkür edip yanağından öpmesine izin verdi ve karşısındaki bahçe sandalyesine oturdu. Dean ve Ceren ise üçlü bahçe koltuğunda, oturuyorlardı, önlerinde geniş bir masa vardı.
"Biraz daha soğuması lazım," dedi Carl bir tanesini eline alarak. "Buz ister misin Dean?"
Dean kendisine uzatılan birayı sağ eliyle kavradı, soğukluğu onu tatmin etmemişti ama içilemeyecek kadar sıcak da sayılmazdı, daha kötülerini içmişti.
"Bu yeterli. Teşekkür ederim."
Carl'ın uzattığı bira açacağını görmezden geldi ve sigara içmese de her zaman yanında taşıdığı, anısı olan eski bir çakmakla birasını açtı. Bir tane de Ceren için açıp eşine uzattı. Kadın içki içmeyi sevmezdi ama arada bir kocası içtiği zaman eşlik ederdi. Özellikle şimdi içmesi daha zevkliydi, mezarlık manzarasına karşı içmek her zaman nasip olmazdı.
Gecenin karanlığı her taraftan malikaneyi kuşatırken, mezarlığın huzurlu manzarasını izleyerek biralarını yudumladılar. Isabella'nın hüzünlü müziği bu ızdıraplı gecede onlara eşlik ediyor, Dolunay tüm güzelliğiyle mezarlığın üzerinde yükseliyordu. Bu gökte asılı duran şerefli kandil, ölülerin Cehennemde yolunu aydınlatır mıydı? Yoksa bu müzik, Dünya'da huzur veren bu müzik onların çığlıklarını bastırmaya yeter miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasyYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...