XIV

10 3 0
                                    

Ceren ve Bayan Gresson, kitap kokulu loş odada karşılıklı oturuyorlardı. Bayan Gresson'un arkasında kalan şömine Ceren'in yüzüne yansıyor, ruh gibi tenine bir nebze olsun canlılık katıyordu. Tozlu kitaplarla dolu raflar, şöminenin etrafına kurulmuş birkaç koltuk ve Ceren'in dikkat etmediği birkaç eski tüfek odaya gotik bir hava katmıştı. Hava da kararmış, kalın perdelerin de çekilmesiyle odaya karanlık iyice yayılmıştı. Ceren biraz önce hizmetçinin getirdiği bol şekerli Türk kahvesini yudumlarken, Bayan Gresson gülümsedi, kan kırmızısı ruju dudaklarına bir dövme gibi yapışmıştı.

"Gerçekten çok güzelsin. Dean şanslı adam."

Ceren de gülümseyerek karşılık verdi. Türk kahvesinden gelen ve boğazını yakan acı tat onu rahatsız etmişti fakat kabalık etmek istemiyordu, bu yüzden ufak öksürük krizleriyle yüz ifadesini gizlemeye çalıştı. Muhtemelen bu kadar şeker de o acı tadı gidermek atılmıştı fakat pek işe yaradığı söylenemezdi.

"Siz de çok güzelsiniz," dedi son öksürüğü içinde patlatarak. "Kızlarınızla kardeş gibi gözüküyorsunuz.

"Teşekkür ederim."

"Onlar neden bize eşlik etmiyor?"

"Onlar pek konuşkan değiller canım, sosyalleşmeyi sevmezler. Özellikle Isabella. Hanımefendi çoğu zaman bizimle bile konuşmaz. Yohasa ve Carl gelebilirdi fakat kız kıza konuşmanın uygun olduğunu düşündüm."

"İyi yapmışsınız."

Ceren zorla gülümsemeye çalıştı. Kendisi de pek konuşkan değildi ve yabancılarla vakit geçirmeyi sevmezdi. Dean varken katlanılabiliyordu ya da şu kızlardan birkaç tanesi olsa ortama renk gelebilirdi fakat böyle karanlıklar içinde, şömineden süzülen kavurucu ateş odayı gölgelere boğarken, bu kendinden emin buz gibi kadınla yalnız kalmak ruhunu sıkıyor, hatta biraz korkutuyordu. Gözlerini kaçırarak etrafına bakındı, kapının yanındaki ayaklı askılık bir yaratık gibi yükselerek tavandan üzerine çöküyordu. Zaman sanki bu uğursuz yerde bükülmüş, yavaşlayarak durma noktasına gelmişti. Plank yaparken bile zamanın daha hızlı geçtiğini fark etti. Zira orada istediğin zaman bırakıyordu, burada Dean'ı beklemesi lazımdı.

"Gidecek olmanız çok üzücü, Emma da size çok alışmıştı. Tekrar bekleriz ama sık sık gelin."

Ceren sessizliğin bozulması ve havadan sudan konuların açılmasıyla biraz rahatladı, daha dik bir pozisyona geçti ve kendini zorlayarak acı kahveden bir yudum daha aldı.

"Tabi ki. Fırsat buldukça gelmeye çalışırız."

"Mutlaka gelin. Rahat edebildiniz mi bari nasıldı?"

"Evet çok güzeldi, teşekkür ederiz her şey için."

"Rica ederim hayatım. Karantina biraz tat kaçırdı ama size bir zararı olacağını düşünmüyorum endişelenmeyin."

Ceren gülümseyerek kafasını salladı, ardından sessizliği fırsat bilip telefonunu kontrol etti, Dean'dan hâlâ bir haber yoktu. Genç yazar gideli bir saat olmuş, o sırada yarım saat daha dışarıda kalmışlar, sonra hava bozmaya başlayınca içeri geçmişlerdi. Yine de Ceren değil bir saat, bin saattir onu görmüyor gibi hissediyordu. Sağ kolunu okşadı, ardından şu iğrenç kahveden bir yudum daha aldı."

"Bu arada, dün akşam yemek sırasında dışarı çıktığımda üçüncü katın koridorundaki tablolardan biri dikkatimi çekti. Tekerlekli sandalyede oturmuş sarışın kız, tanıdığınız birisi mi?"

"Evet," dedi Bayan Gresson dudaklarını acıyla gererek. Kadın belli ki hayatında önemli bir yer kaplamıştı ve bahsinin geçmesi geçmişin kabuk bağlamış tozlu yaralarını açmıştı.

KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin