6_PRENSESİN LANETİ

19 3 8
                                    


1. Yaşamdan bir gün

Ellerim işlemeli kılıcımın kabzasına yapışmış, önümde sabitlerken derin ve sık nefesler alıyordum.

"Sıra asla babama gelmeyecek, duydun mu beni?" Dedim tekrar kılıcımı kaldırmaya çabalayarak. Omzumda ve belimde derin kesikler vardı ve savaşmamı zorlaştırıyordu. Gök mavisi elbisem ve bir ton koyu korsem kanlara bulanmış, boynumda ve kulaklarımdaki elmas takılarım bana zorluk çıkartıyordu.

"Ne yapabilirsin ki?" Dedi karşımdaki Ecel. Nefes almakta zorluk çekmiyor, yara aldığı kolunu rahatça haraket ettirebiliyordu.

Bu gerçekten büyük haksızlıktı, böyle adamlarla dövüşebilmek için eğitilmemiştim!

Cevap vermedim. Onun yerine tekrar saldırıya geçtim. Kendi etrafımda bir tur dönerek kılıcımı omuz hizasına savurdum. Darbemi kolayca savunarak tam boynumu hedef alacak şekilde kılıcını savurdu.

Onun oldukça yakınındayken gelen keskin kılıcı eğilerek savuşturmaya çalıştım. Belimi geriye doğru eğerek ondan kurtulduğumda yapabileceğim en kötü şeyi yaparak elbisemin kabarık eteğine bastım.

Bu dövüşe hazırlıklı değildim. Bir anda gelişmişti. Sarayın oldukça uzağındaki bir çayırda birbirimizin kanını dökmek ikimizin de aklında olan bir şey değildi. En azından benim.

Onu öldürmek son çaremdi.

Elbiseme bastığım için dengemi kaybettiğimde belimde bir sertlik hissettim. Beni dizine yatırıyordu.

Oysa az önce bir hayat için savaşıyorduk.

Belim dizine yaslıyken kılıcım da tam şimdi boğazına yaslıydı. Ben onun dizinde onun boğazına bir kılıç dayamışken o, sadece gülümsedi.

Ecel, elçisinden gelen ölüme sadece gülümsedi.

Kılıcını atarak boştaki elini de belime yasladı. Gözleri, gülümsemesi gibi parlarken "Neden izin vermiyorsun, prenses?" Dedi. Prenses olmayı sevmediğimi biliyordu ama yine de bana prenses demeye devam ediyordu. "Kral öldüğünde taht sana kalır ve sen de kraliçe olabilirsin. Ülkenin en yakışıklı soylusuyla evlenir ve uzun bir hayat yaşarsın. Seni azad ederim. İstemez misin?"

Yakışıklı bir soylu istemiyorum, diyemedim. Ben elçisi olduğum seni istiyorum, diyemedim.

Anlamıyordu. Gözlerime baktığında gerçeği göremiyordu, ben azad edilmek falan istemiyordum. Ben bir ömür istiyordum, içinde o olan.

Ama sevdiklerimin eceli olacaksa, ondan kurtulurdum. Belki kendimi belki ülkeyi yakarak.

"İstemiyorum, kral yaşamak zorunda. Anlamıyor musun?" Dedim ama gözlerimin neredeyse birer ateş topu gibi parladığından emindim.

Başını iki yana sallayarak güldü. Gülümsemesinin kalbime olan etkisini bilseydi, benden korkardı. Onun boğazına dayadığım kılıcın ondan çok benim canımı yakacağını bilmiyordu.

"Asıl sen anlamıyorsun, prenses. Bedenden ruhu koparan ben değilim, Ölüm. Ben sadece bağları kopan ruhları görür ve Ölüm'e onları veririm. Kral'ın ruh bağları çoktan koptu." Eliyle boğazına kılıç dayayan elimin dirseğini okşadı. "İnan bana, yapabileceğim bir şey yok."

Ona zarar vermek istemiyordum. Yaşaması gerekiyordu, zarar görmeden. Yara almadan ve acı çekmeden.

"Söyleme." Diye fısıldayan sesimin acizliği canımı yaktı. Ben bir kral kızıydım. Bu ülkenin varisi ve refah sağlayacak kişisiydim. Bu kadar güçsüz olmak bana yakışmıyordu.

RUH KAPANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin