33. Bölüm

472 61 4
                                    




Selamlar 🙋🏼‍♀️

Bugün daha önce okumadığımız birinden okuyacağız bölümü. Tahminleriniz var mı?

Keyifli okumalar 💜



☘️☘️☘️






28. BÖLÜM



- İMPARATOR MİRANRİS -



İmparator Miranris, çelik eldiven giydiği elini kaldırıp yumruk yaptı. Arkasından gelen askerleri durdurmak için bu küçük hareket bir imparator olunduğunda son derece yeterliydi.

İmparatorun tebaası onun işareti ile atlarını durdurdu. Yerde yürüyenler yürümeye kesti. Kalabalık bir grup değillerdi. İmparator, hedeflerine gittikleri yol boyunca fazla dikkat çekmek istemiyordu. Çünkü sıradan bir köylüyle bile karışılacak olsa onun kim olduğunu tanırdı. Ve köylülerin ağzı pek sıkı olmazdı. Herhangi bir şekilde bu yolculuğun kızı Nix'in kulağına gitmesini istemiyordu.

Kızı aklına geldiğinde imparatorun boğazına bir yumru oturdu. Kahretsin! Onu özlemişti. Ondan ayrı kalmaya alışık değildi. O evinin, sarayının, imparatorluğunun kuşuydu. Onu kapatmaktan hiç memnun olmasa da dizinin dibinde oturması güvende olması anlamına geliyordu. Ve kızının ölüsü ya da daha kötüsüyle karşı karşıya gelmektense sarayda kalıp ondan nefret etmesini tercih ederdi. Etmişti de.

"Çevreyi kolaçan edin. Hiç kimsenin buranın yakınlarından geçmediğinden emin olun. Kamp kuracağız."

Yanında yol alan Kara Lejyonları Komutanı Liandick atını çevirip arkasındaki askerlere emirler yağdırmaya ve onları başarılı bir şekilde gruplara bölmeye başladı. Babasından çok daha iyi bir komutandı. Bu, çoğu zaman Miranris'i şaşırtıyordu. Gençliğinde yaptığı aykırı uçarılar yüzünden kendisiyle birlikte birçok kişiyi riske atmıştı. Komutanın oğlu olması yaptığı hataları telafi etmiyordu ve Miranris onun komutan olmamasında kararlıydı. Ama işte... işler planladığı gibi gitmemişti ve Liandick de hiç de sandığı gibi görevini eline yüzüne bulaştırmamıştı.

Atını çevirip oradan uzaklaşacağı sırada yanına cılız bir at yaklaştı. Kısrak, dikkatli bakıldığında siyahtı ama rengi atmış gibi uzun bir süredir gri görünüyordu. Bacakları titrek ve inceydi. Yelesinden geriye saman ipliği kadar bir şey kalmıştı. Hastalıklıydı. Ve İmparatorluk Sarayı'nda hastalıklı atlar, diğer atlara hastalığın bulaşmaması ve eziyet çekmemesi için öldürülürdü. Ama bu atın bir görevi vardı. Üzerinde tıpkı kendisi gibi hastalıklı adamı taşımak!

Miranris yüzünü tiksintiyle buruşturdu. "Ne istiyorsun?"

Nazdo, bindiği atın bacakları gibi titreyerek konuştu. "Majesteleri, burası kamp kurmak için güvenli mi?"

Hayret! İki gündür yol alıyorlardı ve Nazdo'nun ağzını neredeyse hiç bıçak açmamıştı. İmparator, onun ne zaman mızmızlanacağını düşünmekten neredeyse vazgeçecekti ki adam kendine yakışanı arayı fazla açmadan yapmıştı.

"Kararlarımı sorgulama yeteneğine sahip olduğunu bilmiyordum."

Nazdo anında kafasını eğdi. Son zamanlarda epeyce zayıflamıştı ve bu titreyen omuzlarını gözler önüne seriyordu. "Ne haddime, majesteleri. Asla öyle bir şey-"

Miranris elini kaldırıp cılız çıkan kadınsı sesini susturdu. "Kendine bir iyilik yap ve gidip bir yerlerde uyu, Nazdo. Bir şeyler ye ve güçlen. Sana ihtiyacım var."

İmparatorun alenen beyinden yoksun olduğunu düşündüğü Nazdo'nun gözleri bir anlığına ışıldadı. Son zamanlarda başından epey şey geçmişti. Sonunda birinin ona ihtiyacı olduğunu söylemesi – özellikle bu kişi imparatorsa – adamda kendisini önemli biri gibi hissetmesine neden olmuşa benziyordu. İstediğini hissetsin, diye düşündü, imparator. Bir süre sonra onun hislerinin hiçbir önemi olmayacak; şimdi olmadığı gibi.

TILSIMIN SESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin