*: Hakimler ve Savcılar Kurulu
4 Yıl Önce
Hakkâri, YüksekovaHakkâri'nin karlı dağlarını izlerken geçmişimi düşündüm. Yalnızken yaptığım buydu, geçmişi düşünmek. Buraya geldiğimde pek yabancılık çekmemiştim çünkü aile ortamında büyüyüp, sıcak yuvasına alışmış bir kız çocuğu olmamıştım. Annem öldükten sonra babam bana dair her şeyi annemle birlikte gömmüştü. Büyüdüğüm süreçte bir suçum olmamasına rağmen utançtan babamın gözlerine bakamamıştım. Belki de annem yokken yaşadığım için utanmıştım, bilemiyordum.
Aynı evde yaşayan iki yabancıydık. Veli toplantılarıma gelmez, dikkatini çekmek için yaptığım hiçbir şeyle ilgilenmezdi. Kitap okuma yarışmalarına katılır her seferinde birinci olurdum. Ödüller alır, çok çalışırdım. Hem lise hem üniversite sınavını dereceyle bitirmiştim. Umursamamıştı. Yıllar geçtikçe ben de ilgisini çekmek için çabalamayı bırakmıştım. On altıma gelene kadar Oya Teyze ve Ezgi eve gelirlerdi. Bu sayede her gün sıcak yemeğimiz olurdu.
Bir gün geldiğimde evde yoklardı. Babam artık büyüdüğümü ve bakıcıya ihtiyacım olmadığını söylemişti
Buna rağmen bağımız hiç kopmamıştı. Kendi kardeşim bilmiştim Ezgi'yi. Oya Teyzeyi de manevi annem. Babam yerine veli toplantılarıma gelir, ödevlerimle ilgilenir Ezgi'yle beni gezdirirdi. Geceleri saçımı okşayarak uyutmazdı belki ama sabahları dinç kalmamı sağlardı. Ben de minnetimi göstermek için elimden geleni yapmıştım. Yıllardır aile olmayı hiç bırakmamıştık.
Hakkâri'nin soğuk havasına karşı penceremi örttüm. Nefeslenmek için açsam da kollarım buz kesmişti. Sessiz sokakları izlerken dirseğimi pencerenin önündeki betona dayayarak çenemi avucuma yasladım.
Buraya geleli üç haftayı geçmişti. İki yıllık staj süremin sonunda beşinci bölgeye atamam olmuştu. İlk görev yerimin beşinci bölgede olması beklediğim bir şey değildi, üç ya da dört gelir sanmıştım. Yıllarımı İstanbul'dan çıkmadan, tanıdığım insanlarla geçirdikten sonra neredeyse tamamen farklı bir kültürün içine girmek hem korkutmuş hem de heyecanlandırmıştı. Ne kadar zaten babamla bir bağım olmasa da ilk kez kendimi gerçekten özgür hissetmiştim. Büyümüş ve kendi ayaklarının üzerinde duruyormuş gibi...
İstanbul'da da kışlar soğuk geçse de Hakkâri'nin iklimi alışık olduğum bir iklim değildi. İki kat yorganla yatıp dışarıda birkaç kat giydiğim kalın kıyafetlerle geziyordum. Yine de beklediğimden çok daha sakindi. Geldiğimden beri boş anlarımda şehri gezmeye çalışıyordum. Doğal güzellikleri kesinlikle görülmeye değerdi. Bıraksalar sabah akşam gezmek isterdim. Ülkemin her karış toprağı gibi burası da evimde hissettiriyordu.
Bunun yanı sıra etrafımızın dağlarla çevrili olması, bir yerde gerilmeme sebep oluyordu. Ne olursa olsun göze alarak gelsem de tedirgindim. Burası terörle mücadelenin kalbi olan illerden biriydi. Hali hazırda devam eden bir harekât da vardı. Altın Dağ Harekâtı. Harekâtın izlerini biz de haberlerden takip ediyorduk. Başlamasının üstünden yalnızca bir ay geçmişti.
Gelmeden önce Harekâttan haberim olduğu için nasıl bir şehre geleceğimi merak ediyordum.
Her saniyemizin silah ve bomba sesi duyarak geçeceğini düşünmüştüm, böyle değildi. Gelen tek ses gecenin yakıcı sessizliğinde nadir de olsa duyulan silah sesleri ve sıklıkla geçen savaş uçaklarıydı. Halkı korkutuyordur sanmıştım ancak uçaklar geçerken sokaktaki çocukların "En büyük asker bizim asker!" tezahüratlarını duyunca ne düşüneceğimi de bilemedim. Belki gerçekten korkmuyor belki de korkmalarına rağmen bunu bastırmaya çalışıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Mektup
Ação"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyorsa buyursun, vatan yolu beklesin. Bekleyemeyen zaten benim olmaz." Gözlerimi kırpıştırarak yüzünü...