Saatlerdir at üstünde olmaktan çok yorulmuş halsiz hissediyordum. En azından yolda karşıma iyi niyetli insanlar çıktığı için şanslıydım.Karşılaştığım kişiler Osmanlı denizcileriydi. Birkaç altın karşılığında onlarla anlaşmıştım. Beni gemileri ile Osmanlı'ya götürüceklerdi. Osmanlı'ya vardığımdaysa Geminin kaptanının kızının yanında bir süreliğine yaşayacaktım.
Osmanlı'ya en son 13-14 yaşlarında gitmiştim. Halam o zamanların Sadrazamı Piri Mehmet Paşa ile evlenecekti. Amcam sarayda tek kalmamdan korktuğu için beni ve ağabeylerimi de yanına almıştı. Topkapı Sarayında da sadece 2-3 gün kalmıştım zaten.
Osmanlı ile ilgili en iyi hatırladığım şey o ela gözlü çocuktu. "Has bahçe" dedikleri yerde küçük ağabeyim ile dolaşırken çadıra benzeyen lakin sadece üstü kapalı etrafını tüller saran bir yerde birkaç insan gözüme ilişmişti. Giydiği Mavi kaftan ile aynı renkte ki gözlere sahip, kumral ve delicesine güzel bir kadın bize doğru bakıyordu. Yanında da o kadından daha yaşlı ama yaşlı olduğu kadar da çekici bir kadın vardı. Mavi gözlü kadının bakışlarının karşısında oturan Ela gözlü çocuğa dönmesi ile benimde bakışlarım ona doğru döndü. Ela gözlü çocukla göz göze gelmiştik. Güneşin yüzüne doğru dönmesi ile ela gözleri daha da netleşmişti. Çok kısa bir andı lakin çok iyi hatırlıyorum. Maalesef onunla konuşma fırsatı yakalayamamıştım. Bir süre o çocuk aklımdan çıkmamış hatta onunla ilgili hayaller bile kurmuştum. Ne yazık ki bir daha Osmanlı'ya gitmemiş ve onu bir daha görememiştim.
Ben düşüncelerime dalmış o çocuğu hayal ediyorkan arkamdan Kaptanın kızı Devran bağırdı
"Tönde Hatun, babam fırtına olabilir diye içeri gelmeni söyledi" demesiyle içeri geçtim.
Kendimi Tönde diye tanımıştım. Kendi adımı söylesem beni tanıyabilir, kaçırıp fidye isteyebilirlerdi. Ayrıca amcamın askerleri olmadığını da nereden bilebilirdim.
Rutubet kokan gemide hem uyumaya çalışıp hemde bundan sonra ne yapacağımı düşünüyordum. Hayatımın sonuna kadar Devranla kalamazdım ya? Zavallı kız zaten hayatından ve ağır işlerden dolayı çok mutsuzdu. Birde onlarda kalıp yük olamazdım.
...
Osmanlı'ya geleli neredeyse 10 günü geçmişti. Devranla yakınlaşınca ona aslında adımın Olca olup Han kızı olduğumu ve başıma gelenleri anlatmıştım. Artık ona güveniyordum çünkü şuan hayatımdaki tek insan oydu.
Devran ile beraber bazen pazarda tezgah başında duruyor, işimizin olmadığı günlerde ormanda ki eve gidip orada ona kılıç kullanmayı öğretiyordum.
Bu sabah erkenden tezgahı kapatıp devran ile beraber ormanda ona kılıcı nasıl tutması gerektiğini gösteriyordum. Hayatı sadece denizlerde geçen biri için çok çelimsizdi. Bugüne kadar bir kılıcı eline dahi almamıştı
"Sen ne zamandan beri kılıç kullanıyorsun Olca?"
"Neredeyse çocukluğumdan beri diyebiliriz"
"Ama bu işi daha çok erkekler yapmaz mı?"
"Çoğu erkeğin yeteneksiz olduğu işi bir kadın olarak ben yapıyorum, birde böyle bak"
"Peki hiç amcanın yanına geri dönmeyi düşündün mü?"
"Neden, sıkıldın mı benden?" konuyu değiştirmek için şaka yapmıştım
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CİHÂN
Ficção HistóricaTaht uğruna yıllarını feda eden, Osmanlı İmparatorluğuna sığınan bir Han kızıydı. Sığındığı ülkenin Şehzadesine meftun olacağından kendisi bile beklemezken, Asil kanından gelen cesareti ile Şehzade Mustafa'sı için gerekirse o asil kanını dökmeye yem...