Hiç istemeyerek arabadan indim. Arkamdan James'ın gelmesiyle Bayan Freya'nın yanına adımladım. Gergin ve rahatsız hissettiriyordu burası. Sanki buraya ait değilmişim burada istenmiyormuşum gibi hissettiriyordu. Yutkunmaya çalışsam da beceremiyordum. Boğazıma bir yumru takılmış gibiydi. Uzuvlarım acımaya başlamıştı. Burasının atmosferi o kadar keskindi ki kendimi yıpranmış hissediyordum. Tuhaf bir sis her yeri kaplıyordu. Soğuk bir havası vardı. Üzerimin kalın olmasına rağmen donuyordum. Ortaya toplanmadan önce çantamdan üstte duran hırkamı alıp giydim. Tam Bayan Freya'nın yanına durmuştum ki Bay Matthew'ın konuşmasıyla irkildim.
"Hepimiz hazırsak ilerleyelim." Herkes onaylayan mırıltılar çıkarmıştı. Ama ben hiç gitmek istemiyordum. En önde Bay Matthew, Bayan Freya ve Doktor Grifin konuşarak ilerliyordu. Arkalarında ise ben ve James sessizce ilerliyorduk. İçimdeki bu iğrenç hissin tek banamı olduğunu merak ettiğimden James'a soru sordum.
"Sence de burası kötü hissettirmiyor mu?" Sorumla bana döndü. Sonra tekrar karşısına inceleyerek bakarken konuşmaya başladı.
"Tuhaf bir atmosferi ve ürkütücü bir havası var. Evet. Ama ben bu tür yerleri severim." Kafamı anladım şeklinde ufakça salladım. Demek istediğimi tam anlatamamıştım ama zaten James'ın anlayacağını düşünmüyordum. İlerlemeye devam ederken arada bir nefesim kesiliyormuş gibi oluyor ya da biri kalbimi eliyle sıkıyormuş gibi hissediyordum. İyice daralmaya başlamıştım. Olduğum yerde durup nefes almayı bekledim. Biraz geride kalmıştım ama umrumda değildi. Nefes alamıyordum.
"Ell iyi misin?" Doktor Grifin'in yanıma gelmesiyle kafamı olumsuz anlamında iki yana salladım. Konuşabilecek halde değildim. Yürüyemiyordum nefes alamıyordum. Susamıştım boğazım kurumuştu.
"S-su.." Kendimin bile zar zor duyabildiğim sesimle daha yakınıma giren Doktor Grifinle isteğimi zorda olsa tekrarladım.
"S-su.." Bu sefer anlamış gibi kafasını doğrulup çantasından suyunu çıkardı. Yavaş yavaş bana içirirken ayaklarımda artık güç bulamayarak diz üstü düştüm. Baygın değildim etraftaki sesleri duyabiliyordum ama artık kıpırdayacak gücüm kalmamıştı.
"Ell!"
"Grifin Elliot'un nesi var?"
"O iyi mi?" Tarzında sürekli soru soruyorlardı.
"Durumunun ne olduğunu şuan anlamak zor. Şatoya girdiğimizde daha detaylı inceleyeceğim. Az bir yolumuz kaldı. Ell beni duyuyor musun? Yürüyebilir misin?" Sorduğu soruya yanıt vermeyecek kadar halsizdim. Kafamı zorlayarak hayır anlamında sallamaya çalıştım. En azından denedim.
"Ehh peki. James Ell'i taşıyabilir misin?" James'dan ses gelmezken Bay Matthew söze atladı.
"Ben taşıyabilirim isterseniz." Yaşlı gözüken James'dan biraz kısa olan ama dinç duran bir adamdı. Taşıyabilirdi istese ama ben istemiyordum. İçimde tuhaf bir his vardı adama karşı.
"Sorun yok. Hafif biri zaten taşırım." James sözlerinin hemen ardından beni kucağına aldı. Yerden havalanırken midem bulanmaya başlamıştı. Gelin tarzı kucağında benimle biraz daha hızlı yürüyordu James. Kollarımı bir yere koyacak gücüm olmadığından kucağımda işlevsizce duruyorlardı. Kendimi yük gibi hissediyordum. Ne yaparsam yapayım ne olay olursa olsun Bayan Freya'nın sözünden hatrı olmadığı için çıkmayan James'ı sürekli belanın içine sürüklüyordum. Benim yüzümden istemediği şeyleri yapıyordu. Kendimi daha kötü hissetmiştim. Biraz güç bularak ağzımın dibinde olmayanların duyamayacağı şekilde fısıldadım.
"Özür dilerim..." James tepki vermeden yürümeye devam etti. Duymadığını varsayıyordum.
Bir süre sonra şatonun koca kapılarının önüne gedik. Kapıda iki tane Minotor* bekçilik yapıyordu. Çoğu şeyi hisseden varlıklardı. Ve savaşçı ruhlarının tavan yaptığı yaratıklar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABDUCTED
Science Fiction"Son iki gün tatlım..." Diyen cırtlak bir kadın sesi geldi ve telefon kapandı. Neye 2 gün vardı...? Lgbt konulu bir kitaptır. Rahatsız olan ve sevmeyenler uzak dursun.