6. BÖLÜM: Kundaktaki Bebek
JUNGKOOK
Kaplanı terbiye edecek güce sahiptir insan; ancak nasıl oluyor da daha kendimi terbiye edemeyecek kadar aciz olabiliyorum?
Bir kısmını zar zor kullanabileceğim beynimi taşımaya layık olana dek kundakta bekledim. Zaman geçtikçe bir işe yarayacağımı, bir baltaya sap olacağımı zannettim.
Atalarımdan miras kalan büyük bir kafayı da beynimi de yeterince verimli kullanamadığımı düşünüyorum. Bir tarafta dünyayı değiştiren onlarca insan var, bir tarafta da hiçbir sike yaramayan ben varım.
Kafamı kullanmayı hiç öğrenememekten bahsediyorum. Bir eksiklik hissediyorum. Kafam çok ağır geliyor. Uzun zamandır vücudumu geliştiriyorum ki onu taşıyabileyim. Aynaya bakıyorum. Uzun boyluyum; göğüslerim, kollarım ve bacaklarım kaslı. Güçlü görünüyorum. Bana dokunan biri bunu hissedebilir. Yetişkin bir erkeği rahatlıkla kaldırabilecek kadar güçlü görünüyorum. Ama sabahları güneş doğduğunda kafamı yastıktan kaldırmakta çok zorlanıyorum.
Bilime göre hareketli bir hayat geçirebilecek yaştaydım. Gerçi bilime göre bundan on sene öncesinde de öyleydim. Fakat geçirmedim. Daha doğrusu geçirecek gücü bulamadım.
Çocukluğumdan beri kafamı taşımayı öğrenemedim. Sanırım problemim bir ağaca benziyor. Kökleri bütün vücuduma uzanmış. Çıplak ellerimle problemimi dışarıya çıkartmam çok zor olacak.
Arada problemlerimden kaçmak için etrafıma bakıyorum. İnsanlara bakmak genelde moralimi bozuyor çünkü yaşıtlarımın ne kadar büyük işler başardığını bilmek bana eksik hissettiriyor. Eh, madem insanları izleyemiyorum o halde hayvanları izleyim diyorum. Minicik bir yavru kediye rastlıyorum. Zor bir hayat yaşıyor ama sanki... Ne yapacağını doğuştan biliyor. Benim aksime kaldırabiliyor ve hayatta kalabilmek için mücadele ediyor. Bir de kendime bakıyorum, başım yukarıda değil aşağıda. Beni öldürebilecek bir yükseklikten aşağı bakıyorum.
Ağaçtaki kuşa rastlıyorum. Canla başla çabalayarak yuva yapıyor, yeni yavrular doğuruyor, oradan oraya uçuyor... Sonra arılara rastlıyorum, kovanda düzeni sağlamak için çalışıp çabalıyorlar. Kafamı yukarı kaldırmak için benim bir çabaya ihtiyacım var, diyorum. Beni bir arıdan, kuştan, yavru kediden daha eksik yapan şey bu, çabalamam zor geliyor. Vücudumu geliştirsem de zaman geçtikçe yaşım büyüse de benim bir çabam yok.
Eğer Tanrı gerçekten varsa elime değerli bir taş verip beni dünyaya yollamış demektir.
"Şu değerli taşı al, nasıl işleyeceğini öğren, sonra bana geri getir."
Öğrenemiyorum. Anlamıyorum. Saçma geliyor. Taş işte. Ama değerli olduğunun farkındayım. Diğer insanlar da bazen taşımı istiyorlar. Hatta taşım için bana teklifte bulunuyorlar. O taşın ismini yetenek koydum. Doğduğum günden beri elimde mevcut. Bana gelip diyorlar ki senin taşını şu kadar fiyata satın alabilirim. Pazarlık yapamıyorum. Taşın değerli olduğunu bilsem de bir fiyat biçemiyorum. Alın, diyorum, istediğiniz miktardan alın. Satıyorum. İşlenmemiş bir taş olduğu için fazla ilgi görmüyor.
Başkalarının taşları güzelce işlenmiş, bir kısmından yüzük bir kısmından da kolye yapılmış. Parıl parıl parlıyorlar. İmreniyorum. Hem de deli gibi imreniyorum. Fakat hepsi bu kadar işte. Bir kuştan daha tembelim. İşlemek için çabalayasım yok. Kafamı kaldıramıyorum.
Otuz iki senedir nasıl kundaktan çıkamadığımı sorguluyorum. Toplumun ayıpladığı biri değilim. Tam da sosyal saatimin öngördüğü şekilde yirmili yaşlarımdayken evlendim. Diğer ülkelerde eminim ki farklıdır fakat benim yaşadığım ülkede eğer evlenirsen kimse sana dokunmaz. Evlilik bir dokunulmazlık oyunudur. Ben ödülümü sol yüzük parmağımda taşıyorum. Kimse bana laf edemiyor. Eğer evliyseniz, biraz paranız (nereden geldiği önemsiz), bir eviniz ve arabanız varsa dünyanın geri kalanı için endişelenmenize gerek yokmuş gibi bir muamele görürsünüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutsal Serenat | Taekook
FanfictionKim Taehyung, doksanlı yılların en meşhur pop yıldızıdır. Şöhrete giden yolunda Katolik kilisesinin desteğini almış ve bir hristiyanın ahlakına uygun düşecek şekilde hayatını yaşamıştır. Ancak beklenmedik bir anda kendisinden sekiz yaş büyük komşusu...