11. Bölüm: Jungkook'un sonu Taehyung'un başlangıcıydı
TAEHYUNG
Geleneksel Çin lokantasının özel odasına daha önceden Hyeri ve Jungkook'u getirmiştim. Şimdi ortaokul arkadaşlarım benimle birlikteydiler. Çay servisi yapılırken bu pahalı restoranı dikkatle inceliyorlardı.
Young Jae üniversiteden mezun olduktan hemen sonra kendisinden iki yaş büyük bir kadınla evlenmişti. Yun Hee ise bir idol olmak üzere hazırlanıyordu. Hayatları buradan bakıldığında gayet sıradan görünüyordu. Sıradan insanlar, sıradan dertler... İçlerinde biraz olsun vicdan azabı var mıydı, merak ediyordum.
Evlilikten ve kariyerden konuştuktan sonra sıra geçmişimize geldiğinde aklımdaki soru işaretlerini gidermek adına şöyle sordum, "Amber'ı hatırlıyor musunuz?"
Yun Hee, çay bardağını dudaklarına götürecekken duraksadı. Young Jae ise suratıma şaşkınlıkla bakakaldı. Masaya bir bomba bırakmış gibi hissetmiştim. Amber sürekli düşündükleri bir mevzu değil miydi? Ben sürekli düşünüyordum. Hiç aklımdan çıkmıyordu. Sanki ruhu hâlâ dünyadaydı, öpmemesi gereken birini öptüğü o spor salonundaydı, zorbalık gördüğü okul bahçesindeydi, halat ipiyle intihar ettiği odasındaydı...
"Tatsız olaylardan konuşmak istemiyorum," dedi Young Jae. Göz ucuyla Yun Hee'ye baktı.
Çayından bir yudum dahi alamadan bardağını masaya bırakan Yun Hee, sanki bir taş yutmuş gibi kasıldı. "Elbette hatırlıyoruz. Kötü bir anı olarak hepimizin aklında."
"O öldükten sonra hepiniz çok pişman oldunuz," dedim. Gözlerim masadaki beyaz orkidelere takıldı. "Ama ölmeden önce hiç pişman değildiniz."
Kısa bir sessizliğin ardından Young Jae, "Bu ne?" dedi. Benim sözlerime ithafen konuşuyordu. "Buraya bizi suçlamak için mi çağırdın?"
"Kimseyi suçlamaya hakkım yok. Dedikodu ilk benim ağzımdan çıktı. O yüzden..."
"Taehyung!" diye bağırdı Young Jae. "Çocuktuk! Anladın mı? Hepimiz çocuktuk."
"Çocuktuk..." diyerek onu tekrarladım. Benim sesim onunkine kıyasla kabullenmişliğin ve çaresizliğin o ürkütücü sakinliğini yansıtıyordu. "Çocuktuk ama davranışlarımız hiç de çocuk gibi değildi," diyerek Amber'ın hayatını iki-üç cümleyle nasıl mahvettiğimizi hatırlattım.
"Amber'ı biz öldürmedik, Taehyung," dedi Yun Hee.
"Young Jae arkadaşlarına Amber'ın bir erkekle öpüştüğünü söylemeseydi Amber ölmeyecekti," dedim.
"Çocukken bir hata yaptık," dedi Young Jae. "Ağzımızı sıkı tutmak yerine bu olayı herkese yaydık. Yine de Amber'ı döven, onu taciz eden biz değildik."
"Biliyorum... Ona dokunmadık... Yine de bu dedikoduyu biz yaydık. Senin meraklı ve zorba arkadaş grubun yaydı."
"Onlarla artık görüşmüyorum."
"Kimin umurunda?"
"Umurunda olmalı! Artık bu konuda suçlanmak istemiyorum!"
Bana bağıran kişi Young Jae olmasına rağmen Yun Hee beni uyarmayı seçti, "Taehyung... Tamam... Üzerine gitme, lütfen."
"Amber'ın ailesiyle hiç görüştünüz mü?" diye sordum.
Young Jae kendini toparlamak adına derin derin nefesler alırken soruma yanıt vermedi. Yumruklarını masaya yaslamıştı ve sıkıyordu. Yun Hee sakince, "Hayır, hiç görüşmedik," dedi. "Neden sordun?"
"Amber'ın ailesine ulaşmak istedim ama o dönemler telefonum yoktu ve kimseye bir şey anlatamıyordum."
"Ne anlatacaktın ki?" diye sordu Young Jae. "Zaten herkes her şeyi biliyor. Daha ne anlatacaksın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutsal Serenat | Taekook
FanficKim Taehyung, doksanlı yılların en meşhur pop yıldızıdır. Şöhrete giden yolunda Katolik kilisesinin desteğini almış ve bir hristiyanın ahlakına uygun düşecek şekilde hayatını yaşamıştır. Ancak beklenmedik bir anda kendisinden sekiz yaş büyük komşusu...