2. BÖLÜM: Suikast
JUNGKOOK
On sekiz-on dokuz yaşlarındayken otuzlu yaşların hayalini bile kuramazdım, otuz yaşındaki bir adamı yaşlı bulurdum. Yaşlıysa hayalleri kalmamıştır, diye düşünürdüm. Otuz yaşındaysan bir ayağın çukurdadır, derdim. Yirmi beş- yirmi altı yaşlarındayken otuzlu yaşlardan korkardım. Ah, sonunda yaşlandım, hayatım buraya kadarmış diye düşünürdüm.
Şimdi otuz iki yaşıma girdim. Keşke kabuslarımdaki gibi yaşlanıp çabucak ölseydim. Kalbime saplanmış bir ihanetle birlikte toprağın altına gömülmeyi bekliyorum. Bir insan ne kadar mutsuz olabilirse o kadar mutsuzum. On dokuz yaşındaki Jungkook çok haklıydı, otuz iki yaşındaki Jungkook'un hiçbir hayali kalmamıştı.
Kanepede iç çamaşırımla yatıyor, tavanı izliyordum. Kulağımda rüzgârın uğultusu vardı. Sonbahar rüzgârı pencereye vuruyor, yaklaşan soğuk havayı haber veriyordu. Göğsümde de aynı rüzgarlar esiyordu. Hatta çok daha sert esiyordu. Eşime karşı hissettiğim bütün sıcaklığı sert bir rüzgarla kaybettim.
Sert rüzgarın adı Ryuichi'ydi, eşimin eski sevgilisi. Hâlâ âşık olduğu adam. Vazgeçemediği adam... İhaneti bu şekilde anlattığımda, onun açısından ne kadar da romantik göründüğünü düşündüm. Ben, bir zavallıydım. Aptaldım. O ise eski aşkına sadık kalmıştı. Geçmişinden kopamamıştı. Kafasında, o adam için, vazgeçememek üzerine kim bilir kaç tane şiir yazmıştı... Tsuki'nin kafasındaki mısralarda ben yoktum. Başka bir adam vardı.
Sabah, Tsuki evden çıkar çıkmaz ağlamaya başladım. Benim için kahvaltı hazırlamış. Bir tepsiye yerleştirip orta sehpanın üzerine bırakmıştı.
Omletin kokusu midemi bulandırıyor. O sebzeli omlet, bana öpüşerek uyandığımız güzel sabahları hatırlatıyor. Yeşil çayın kokusu, birlikte kahvaltı ettiğimiz ve evliliğimizden büyük bir mutluluk duyduğumuz günleri hatırlatıyor. Her şeyden o kadar iğreniyorum ki... Dayanamıyorum.
Hamile bir kadın gibi sabah bulantısı yaşadım. Koltuktan kalktım ve elimi ağzıma kapatıp tuvalete koştum. Klozete deli gibi kustum. Pek bir şey yememiştim, dün gece içtiklerimi kusmuştum. Midem acıyla kasıldığında tuvaletin zeminine uzandım. İki büklüm oldum. Karnımın ağrısı acıyla inlememe sebep oldu. Şakaklarımdan akan birkaç damla ter, banyonun soğuk zeminine damladı. Ateşim yükseliyordu, farkındaydım, fakat müdahale etmek içimden gelmiyordu.
Sifonu çektim ve lavaboya ellerimi yerleştirdim. Aynadaki rezil görüntüme iki saniyelik bir bakış attıktan sonra dişlerimi fırçalamaya başladım. Ateş, vücudumu titretirken başıma da korkunç bir ağrı veriyordu.
Telefonum çalmaya başladı. İlk çaldığında umursamadım, evdeki gereksiz bir melodi olarak adlandırdım, dişlerimi fırçalamaya devam ettim. İkinci defa çaldığında yine umursamadım ve geceyi geçirdiğim koltuğa uzandım. Üçüncü defa çaldığında ise bir şeylerin ciddi olduğunu kavradım. Telefonu elime aldığımda Kim Taehyung'un ismini gördüm. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Sabah sabah beni neden arıyordu ki?
Telefonu kulağıma dayadığımda, "Komşum!" dediğini duydum. Sesindeki telaşa bir anlam veremedim. Hem beni rahatsız ediyor hem de telefonu açmadığım için telaşlanıyor muydu? Bu herif kendini ne zannediyordu? Minnettarlık duymanın da bir sınırı vardı...
"Sabah uyanır uyanmaz aklına ben mi geldim?" diye sordum.
"Evet!" dedi hiç utanmadan. "Seni düşünmekten uyuyamadım."
Bir an beynim bir bilgisayar gibi dondu ve kapandı.
"Komşum!" dedi, ben sessiz kaldığım için. "Boşanma avukatı buldum! Senden önce ben onunla konuştum. Bilirsin... Ufak tefek bilgi almak istedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutsal Serenat | Taekook
Fiksi PenggemarKim Taehyung, doksanlı yılların en meşhur pop yıldızıdır. Şöhrete giden yolunda Katolik kilisesinin desteğini almış ve bir hristiyanın ahlakına uygun düşecek şekilde hayatını yaşamıştır. Ancak beklenmedik bir anda kendisinden sekiz yaş büyük komşusu...