3. Bölüm: Hayalet Telefon Konuşması

11K 1.4K 2.9K
                                    

3. Bölüm: Hayalet Telefon Konuşması

JUNGKOOK

Bu dünyaya geldiğim ilk gün, oksijen ciğerlerimi yakarken, sevilmeye geldiğimi zannettim. Önce ciğerlerim acıdığı için teselli edileceğim sonra da rızam olmadan bu dünyaya getirildiğim için gönlümün alınacağını, pişman edilmeyeceğimi zannettim. Annemin kucağına ilk defa verildiğimde hayatım boyunca el üstünde tutulacağımı, başımın okşanacağını, sevgiyle bakılacağını sandım.

Fakat hiçbirine sahip olamadım. Bunu otuz iki yaşına geldiğimde daha da iyi anlıyorum. Teselli edilmedim, pişman oldum, gönlüm alınmadı (hatta daha çok kırıldı), el üstünde tutulmadım (aksine var olmasaydım daha mutlu olacaklarını gösterdiler), başım okşandı elbette okşanmadı diyemem ancak diğer çocuklarınki (özendiğim o sevgi gören çocuklarınki kadar) uzun sürmedi.

Yaşadığım hayal kırıklığını kelimelerle anlatamıyorum. Hayal kırıklığını hayatımın bir parçası değil de bütün hayatım haline getirdim. Aynaya baktığımda bile en güzel hayallerimin kırık parçalarına rastlıyorum. Kabullendim, diyorum. Kabullendiysem daha az acıtır diyorum ancak kabullendiğim için de mutsuz oluyorum. Ben hiçbir sonu olmayan bir yolda ilerliyorum.

Otto Rank, doğum travması üzerine psikanalitik çalışmalar yaparken ona yetişmeliydim. Belki o zaman varlığımın somut kanıtları sayesinde Freud'a fikirlerini kabul ettirirdi.

Namjoon'un evine doğru yola çıktığımda içimde bir karmaşa vardı. İçten içe biliyordum ki, yine hayal kırıklığına uğrayacaktım. Reddedileceğimi hissediyordum. Peki neden bu kadar umutsuz bir şekilde tekrar denemek istiyordum? Neden Namjoon'un beni kabul edeceği hayaline kapılmıştım? Ah, hırsım yüzünden miydi? Beni hayatta tutan şey hırsım mıydı?

Şimdi görebiliyorum. Hırsım, boğulmak üzere kendimi denize attığımda çırpınarak beni yüzeye çıkartmaya çalışan kollarım ve bacaklarım gibiydi. Hırsım, umutsuz bir şekilde hayatta kalma çabamı temsil ediyordu.

Namjoon'un evine adım atmadan önce bir an durdum ve içimdeki bu düşüncelerle yüzleştim. İçimdeki mantıklı konuşan taraf bana hâlâ en güzel intikamın hırsla karşımdakini parçalamak değil de güzel bir hayat kurup onu unutmak olduğunu söylüyordu. Mantıklı tarafımı bir kez daha dinlemedim ve Namjoon'un dairesine girdim. Arkadaşımın yalnız olacağını düşünüyordum fakat bir misafiri daha vardı.

"Yakın arkadaşım Lee Andrew ile tanış," dedi Namjoon ve beni misafiriyle el sıkışmaya zorladı. Tahminimce benden yaşça küçük bir adamdı. O, gece yarısında bile jilet gibi takım elbisesiyle Namjoon'un koltuğunda yayılıyordu. Keskin bir aurası vardı. Sanki bu ev ona aitti ve ben sadece istenmeyen bir misafirdim. Lee Andrew'un duruşu ve kendine güveni, benim üzerimde bir rahatsızlık hissi yaratıyordu. İçimde bir kıskançlık ve hırçınlık yükseliyordu, ancak dışarıya yansıtmamaya çalışıyordum.

Namjoon bana bir çay hazırlamak üzere mutfağa gittiğinde Andrew ile yalnız kaldım. Göz göze gelmemek adına sanki bu evi ilk defa görüyormuşum gibi incelemeye başladım. Andrew ise bir sapık gibi gözlerini bana dikmişti.

"Infinite," dedi Lee Andrew beklenmedik bir anda. Bu benim ilk albümümün ismiydi. Şaşkınlıkla ona baktım. Elbette Namjoon'un arkadaşı olduğu için benimle ilgili bir şeyler öğrenmiş olabilirdi. Sonuçta o albümü Namjoon'un şirketinin bir üyesiyken çıkarmıştım. Yine de seneler sonra birisinin ilk albümümün ismini söylemesi kalp atışlarımı hızlandırmıştı. İçimde karmaşık duygular uyandıran bir an yaşadım, hem gurur duydum hem de eski anılara dalıp gitmek istedim.

"Biliyorsun..." dedim ve içimde bastıramadığım bir kahkaha yükseldi. Gülüşüm aniden patlak verdi, tam bir salak gibi gülüyordum. Kendimden utandım.

Kutsal Serenat | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin