29. Bölüm: Taehyung'un İtirafları
TAEHYUNG
Hayatım boyunca insanların bakışlarını ve sözlerini önemsedim ve benliğimin merkezine diğer insanları yerleştirdim.
Kutsal kitaplarda anlatılan kızıl şeytanın yaptığı kötülüklerden daha fenasını insanlar kendi kendilerine yaparlar. Benim kendime yaptığım en büyük kötülük de insanların bakışlarını ve sözlerini fazla önemsememdi.
Jungkook sayesinde bu hatamın farkına vardım.
Hastaneye geldiğimde Jungkook'un arkadaşları benden önce orada bulunuyorlardı. İçlerinden birinin kolunda bir pamuk vardı. Yüzü solgundu. Kan vermiş olmalıydı. Yoongi kan vermiş adamın sırtını okşuyordu. Belki de o kanı Jungkook için vermişti.
Kan veren adam, çekik gözlerini bana çevirdi ve ölümcül bir bakış attı. Benden nefret ediyordu.
Yoongi ve Hyeri de benzer bakışları attılar.
Söyledim ya, hayatımda ilk defa insanların bakışlarını önemsemedim. Benden nefret etmeleri önemli değildi. Benim o an bambaşka bir amacım vardı. Jungkook'u görmek istiyordum.
Keşke hayatım boyunca bu düşünceyi yüreğimde taşıyabilecek cesarete sahip olabilseydim. O zaman her şey farklı olur muydu?
"Diğerleri umurumda değil, Jungkook'u istiyorum," diyebilseydim şu an burada olur muyduk?
Üzerimdeki kötü bakışlara rağmen hastane koridorunda delirmiş gibi koştum. Nefes nefeseydim. Yoğun bakım ünitesinin önüne geldiğimde bekleme salonunda bir görevli gördüm. Telaşla ona yaklaştım, "Jeon Jungkook'un durumu nasıl?" diye sordum. Görevli bana acıyan gözlerle baktı ve "Yoğun bakımda, durumu ciddi," dedi.
Kalbim duracak gibiydi. Görevli, "Şu an ziyaretçi kabul edemiyoruz, ama pencerenin ardından bakabilirsiniz," diyerek beni cam bölmeye yönlendirdi.
Orada gördüğüm manzara yüreğimi parçaladı. Jungkook, makinelerin ve boruların arasında, hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Solgun yüzü, bugüne kadar gördüğüm en kötü kabusa benziyordu.
Gözlerimden yaşlar süzülürken, ellerimi camın üzerine koydum. "Buradayım, Jungkook," diye fısıldadım. "Seninleyim."
Jungkook'un beni terk etmesine hiçbir zaman tahammül edemedim. Bu yüzden ilk terk eden her zaman ben oldum. Bahaneler uydurdum, kaçtım, nişanlandım... Yine de beni bırakmasına hiç izin veremedim. Şimdi sıkı sıkıya tuttuğum adamın bedenine Tanrı'nın yüce eli değiyordu. Melekleri onu Araf'a çekiyordu. Böyle yüce bir güce nasıl dayanabilirdim ki? Dizlerim titredi. Yere çöktüm. Ölüme karşı her birimizin ne kadar aciz olduğunu düşünmek bana çok ağır geldi.
Onsuz bir dünya hayal edemiyordum. Beni terk edecekse en azından dünyanın öteki ucunda sağlıklı olmalıydı. Onun benden önce ölmesine tahammül edemezdim.
Çubuk gibi ince bacaklar bana doğru yanaştı. O bacaklar, simsiyah dar pantolonla örtülmüştü. Başımı yukarı kaldırdığımda Yoongi'yi gördüm.
"Onu kimin vurduğunu biliyor musun?" diye sordu. Bunu sorarken çok hırslı ve öfkeliydi. Sanki ismini verdiğim anda koşup o adamı bulacaktı. Öyle büyük bir öfkeydi.
"Biliyorum," dedim. Boğazım acıdı. Bu gerçeği bilmemin hiçbir anlamı olmadığını fark ettim.
Katili öldüremeyeceksem onun kimliğini bilmemin hiçbir anlamı yokmuş gibi geldi.
Hayatımda ilk defa birini boğmayı deli gibi arzuluyordum. Bu daha önceden hissetmediğim bir güçtü. Karanlık bir güç. Beni kendine çekiyor ve cezbediyordu. Adam öldüren biriyle empati yapabildiğim bir anın yaşandığına inanamıyordum. Yüce İsa, onun yolundaki insanların karanlığa özendiklerini bilseydi bu dünyaya lanet okurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutsal Serenat | Taekook
FanfictionKim Taehyung, doksanlı yılların en meşhur pop yıldızıdır. Şöhrete giden yolunda Katolik kilisesinin desteğini almış ve bir hristiyanın ahlakına uygun düşecek şekilde hayatını yaşamıştır. Ancak beklenmedik bir anda kendisinden sekiz yaş büyük komşusu...